Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Meryem Albayrak, demir eksikliği anemisinin çocuklarda zekayı geri dönüşümsüz olarak olumsuz etkilediğini söyledi.
Albayrak, yaptığı açıklamada, demir eksikliğine bağlı kansızlığın dünyada ve Türkiye'de sık görülen sağlık sorunlarından biri olduğunu söyledi.
Toplumu demir eksikliğinin olumsuzlukları konusunda bilgilendirmenin önem taşıdığını belirten Albayrak, "Kansızlık, yani anemi pek çok hastalığın bulgusu olabileceği gibi kendisi de kişide özellikle büyümekte olan çocuklarda ciddi problemlere neden olabilir. Demir eksikliği anemisi, çocuklarda zekayı etkilemektedir. Zeka geri dönüşümsüz olarak etkilenmektedir. Yani demir tedavisi versek dahi çocuk o kaybettiği fonksiyonu tekrar kazanamıyor" diye konuştu.
Albayrak, demir eksikliğinin çocuklarda bazı sistem hastalıklarına zemin hazırladığını, sinir sistemiyle ilgili bazı problemlere de yol açtığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Çocuğun öğrenme yetisini azaltıyor. Bazı epileptik durumlara, sara nöbetine, huzursuz bacak sendromu dediğimiz bacakta ağrı ve hareketlilik isteğiyle seyreden duruma yatkınlık artıyor. Bunun dışında bağışıklık sistemini bozarak enfeksiyonlara daha sık neden oluyor. Bu nedenle demir eksikliğinin tanısı ve çözümü büyük önem taşıyor. Kansızlıkta, belirti olarak çocuklarda solukluk, halsizlik, keyifsizlik ve etrafa ilginin azalması gibi bulgular olabileceği gibi aslında hiçbir bulgu da vermeyebilir. Bu durumda çocuklarda beslenme sorunları olduğunda ailelerin doktora başvurmaları doğru olacaktır."
SÜT GÜNDE İKİ BARDAKTAN FAZLA TÜKETİLMEMELİ
Albayrak, sütün faydalı bir içecek olmasına karşın günde iki bardaktan fazla tüketilmesinin özellikle iki yaşın altındaki çocuklarda demir eksikliğine zemin hazırladığına dikkati çekerek, et ve yumurta gibi proteinlerin de yeteri kadar alınması gerektiğini vurguladı.
Halk arasında az miktarda verilen pekmezin demir eksikliğini gidereceği düşüncesinin yaygın olduğunu aktaran Albayrak, pekmezin daha fazla tüketilmesi gerektiğini söyledi.
Albayrak, kansızlığın önlenmesi için Sağlık Bakanlığının "Demir Gibi Türkiye Projesi" ile 4 aydan bir yaşa kadar çocuklara demir desteğinin önerildiğini dile getirerek, "Demirin fazla olduğu kırmızı et, yumurta, ceviz, karaciğer gibi gıda takviyesiyle çocukların besinlerini zenginleştirmek gerekir. Ayrıca çocuklarda çay ve kahve içilmesine de sınırlama getirilmesi gerekir hatta hiç tüketmemeleri gerekiyor. Çay da kahve de demir eksikliğine neden olan iki madde. Ailelerin bu konuda da dikkatli olması gerekiyor. Demir eksikliği, huzursuz bir yaşama neden olur ve çocuklarda demir eksikliği engellenirse ya da giderilirse çocukların daha huzurlu, daha mutlu ve daha akıllı olacağını söyleyebiliriz" diye konuştu.
13 Mayıs 2015 Çarşamba
Demir eksikliği çocuklarda zeka geriliğine neden oluyor.
İnmede ilk 3 saate dikkat!
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alan inme (beyin felci) aslında ‘geliyorum’ diyen bir hastalık. Ancak toplumda sık görülmesine rağmen hala yeterli bilincin oluşmadığından dolayı ne koruyucu önlemler alınıyor, ne hastalığın belirtileri fark edilebiliyor.
İnme geçiren bir hastaya müdahalede zamanın çok kritik önem taşıdığı da bilinmediğinden erken müdahale ile kurtarılabilecek hayatlar kaybedilebiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydın "İlk 3 saat içinde yapılabilecek damar içindeki tıkacı çözen ve dışarı çıkartan yöntemlere hastanın erişimini sağlamak hayati öneme sahiptir" diyor. Prof. Dr. Aydın 10 Mayıs Avrupa İnme Önleme Günü kapsamında önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Çoğu kişinin telaffuz etmekten bile çekindiği ve bu korkunun "Felç geçireceğime öleyim daha iyi!" cümlesiyle açığa vurulduğu inme halk arasında felç olarak da isimlendiriliyor. Ancak böylesine çekinilen bir hastalık olmasına rağmen, ne yazık ki hastalığa karşı bilinç hala yok denecek kadar az. Sakat bırakan hastalıklar sıralamasında ilk sırada gelen ve başkasına muhtaç hale getiren inme, hem kişiyi hem de ailesini yıpratıyor, sosyal yaşantısından koparıyor, uzun yıllar yatağa mahkum bırakabiliyor. Hastalığa sağlıksız beslenmeden yüksek tansiyona, hareketsizlikten genetik faktörlere, obeziteden diyabete, kalp hastalıklarından sigara ve alkol kullanımına dek birçok faktör yol açıyor. Genellikle orta ve ileri yaş hastalığı olarak bilinse de çocukluk çağında da görülebilen inme, beynin damarsal nedenlerle bir kısım işlevini kaybetmesi anlamına geliyor. Beyne kan akımını sağlayan damarlardan birinin tıkanmasıyla, beyne giden kan akımının yavaşlaması ya da durması sonucu ortaya çıkıyor. Felç; ani görme kayıpları, baş dönmesi, dengesizlik, hafızada bozukluk olarak kendini gösterirken, öncesinde geçici iskemik atak denilen ve bu belirtilerin kısa süreli ortaya çıkıp düzelmesini takip eden ataklar da olabiliyor. Bu nedenle geçici belirtilerin de dikkate alınarak en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması şart. Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydın, inmede erken müdahalenin hayat kurtardığını belirterek "İlk 3-4 saat içinde yapılabilecek damar içindeki tıkacı çözen ve dışarı çıkartan yöntemlere hastanın erişimini sağlamak hayati öneme sahiptir" diyor.
BELİRTİLERE KARŞI BİLİNÇLİ OLUNMALI
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alan inmenin belirtilerine karşı bilinçli olunması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yunus Aydın "Tıkanmış damarı açmaya yönelik pıhtıyı eritici ve dışarı alıcı, damar içi girişimler ilk 3 saatte uygulanmak kaydı ile hasarın oluşumuna engel olabilir, erken iyileşmeyi sağlayabilir. Cerrahi ve girişimsel damar içi uygulamalar sonrası geriye kalan hasarlar, iyi bir rehabilitasyon uygulaması ile azaltılıp, aktif yaşama geri dönüş sağlanabilir" diyor. Bu işlem için deneyimli, farklı uzmanların birlikte işbirliği yaptığı, girişimsel inme merkezlerinin gerekli olduğunu belirten Prof. Dr. Aydın "İnsan, yeterli tıbbi donanım, fizik alan ve bunların ahenkli çalışmasını sağlayacak bir eşgüdüm hayat kurtarır. Gelişmiş ülkelerde bu sayılanların içinde bulunduğu, zamana karşı olan bu yarışta hizmeti hastanın ayağına götürebilen, hareketli büyük ambulanslar kullanılmaktadır" diyor.
SİNİRSEL KAYIPLAR İKİNCİL HASARA BAĞLI
Kafa içi basıncını ani olarak artıran her olayda, erken müdahale hayat kurtarıyor. Beyin içine kanama olduğu anda, kan kitlesi etraftaki beyin dokusunu yırtarak "birincil" denilen hasarı yapıyor, birincil hasarı tedavi etmek mümkün olmuyor. Prof. Dr. Aydın, kan pıhtısının boyutu arttıkça, birincil hasara uğramayan beyin dokusunda, kitle etkisiyle ödem oluştuğunu ve bunun ikincil hasara neden olduğunu belirterek "Hastanın sinirsel kayıpları da genelde bu ikincil hasara bağlıdır. Tedavide hedef ikincil hasarı önlemektir. Bu nedenle erken cerrahi müdahale hayat kurtarır" diyor.
YANLIŞ ALIŞKANLIKLARI DEĞİŞTİREREK ÖNLEMEK MÜMKÜN
Yaşam tarzında yapılacak bazı değişikliklerle inme riskini düşürmek mümkün. Bunun için mutlaka hareketsizlikten kaçınarak egzersiz yapmak, sigara ve alkolden uzak durmak, bol su içmek, meyve ve sebze tüketmek, yağ ve tuz tüketimini azaltmak, ilaçları doktorun tavsiye ettiği şekilde almak büyük önem taşıyor.
Gülsuyu sivilceleri kurutuyor
Dermatec Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr. Ata Nejat Ertek, sivilcelere karşı gülsuyu önerisinde bulundu.
Ertek, "Yıllar önce keşfedilen gülsuyu cilt için oldukça faydalıdır. Güzel kokusunda faydalanılarak ihtiyaç halinde parfüm değeri verilmiş, aynı zamanda cilt bakımında da kullanılmış." dedi.
Dermatec Polikliniği Dermatoloji Uzmanı Dr. Ata Nejat Ertek, sivilcelere karşı gülsuyu önerisinde bulunarak şöyle konuştu:
"Cildi nemlendirme ve temizleme özelliğine sahip gül suyunu, buzdolabında saklayıp soğuk soğuk uygularsanız, aynı zamanda yüzünüzün kan dolaşımını da hızlandırmış olursunuz. Böylece gülsuyu ile nemlenen yüzünüz, doğal canlı görünümüne de kavuşur. Özellikle makyaj temizlemek için faydalanabilirsiniz. Gülsuyunda dikkat edeceğiniz en önemli husus yüzde 100 doğal olmasıdır. Gülsuyu her cilt için uygundur. Yağlı cildin nem dengesini sağlar, kuru cildi nemlendirir, akne ve sivilcelerle savaşır. Gülsuyunun cilde diğer bazı faydaları ise şunlardır; ciltteki kızarıklık ve şişkinliği alır, tıkanmış gözenekleri açar, cilde ışıltı-enerji verir, sivilceleri kurutur, cilt kuruluğunu önler gibi. Yağlı cilt görünümünü ortadan kaldırmak için haftada 2 kere Gül suyunu pudra ile karıştırarak maske hazırlayıp yüzünüze uygulayın. Bu maskeyi yine gülsuyu ile temizleyin. Sivilceli ciltler için ise sabah saatlerinde de bir pamuk yardımı ile sivilceli bölgelerinize gül suyunu sürün. Bu işlem sivilceleri kurutacaktır."
12 Mayıs 2015 Salı
Uyku apnesindeki büyük tehlike
Uyku apnesinin bir çok hastalığa neden olmakla birlikte yaşam kalitesini de olumsuz etkilediğini kaydeden Op. Dr. Bahadır Baykal, şu bilgilere yer verdi:
“Özellikle orta ve şiddetli apne varlığında depresyon sık görülen bir belirtidir. Kalp Hastalığından reflüye, cinsel fonksiyon bozukluğundan beyin kanamasına pek çok hastalığa neden olan uyku apnesine bağlı gelişen ölüm oranı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artmaktadır. Tedavisi yapılmış uyku apneli hastalarının sosyal hayatlarında ve yaşam kalitelerindeki düzelme bizleri bu hastalığı, nedenlerini, sonuçlarını ve tedavisini daha fazla araştırmaya itiyor.
Op.Dr.Bahadır Baykal,”Uykuda nefes kesilmesi olarak tarif edilebilir, solunum ani olarak durur ve bir süre öyle kalır. Sonra büyük bir eforla tekrar nefes alma çabasına girer kişi. Bu durum uykuda o kadar sık tekrarlanır ki; kişinin uykusu sürekli bölündüğünden ertesi gün yorgun kalkar.Öncelikle şunun altını çizelim; iyi bir gece uykusu bir lüks değil, zorunluluktur. Keşke uyku apnesi sadece sıkıntılı bir uyku durumu olsa, ama yapılan araştırmalar, bu hastalığın hayatı tehdit eden bir duruma geldiğini göstermektedir.”diye ifade etti.
Op.Dr.Bahadır Baykal,”Gece nefes alamayan hastada oksijen düzeyi düşerken karbondioksid düzeyi yükselir, beyin adrenalin salgılar ve zamanla tansiyon yükselir, Kalp de bu durumdan etkilenir ve ritm bozukluğu gelişebilir, bir müddet sonra kalp yetersizliği gelişir. Akciğer genişlemesi sonrasında meydana gelen reflü de günlük hayatta sık karşılaştığımız bir sorun. Dengesiz hormon salgılanması beyin kanamasına, damar tıkanıklığına yol açabilir. Felç ve kalp krizi riski artar.”dedi.
Op.Dr.Bahadır Baykal,”Bu kişiler uyku bölünmesi yaşadığından yorgun uyanırlar. Gün içinde buldukları her an uyumak isterler,özellikle iş yerinde ve direksiyon başında uyumamak için mücadele veriyorsanız hemen uyku apnesi ile ilgilenen bir doktora başvurun. Bunun dışında dikkat bozukluğu, unutkanlık ve konsantrasyon güçlüğü başlamıştır. Özellikle orta ve şiddetli apne varlığında depresyon sık görülen bir belirtidir.
Uyku apnesi trafik kazaları riskini iki katına çıkarır.Yaklaşık 28 milyon uyku apneli kişinin olduğu ABD’de bazı eyaletlerde tedavi edilmemiş şiddetli apnesi olan şoförlerin trafiğe çıkmaları yasaklanmış ve bu konuda ağır müeyyideler getirilmiştir.”diye belirtti.
Op.Dr.Bahadır Baykal,”Beklenen ömür süresini dörtte bir oranında kısaltan bir hastalık uyku apnesi. Tedavi edilmeyen şiddetli uyku apnesi hastalarında ise beklenen yaşam süresi 10-15 senedir. Ölüm uyku apnesine bağlı ortaya çıkan komplikasyonlardan dolayı, kalp krizi, beyin kanaması vb. olmaktadır.”diye söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:“Kişinin uyku testi sonrasında ortaya çıkan sonuçlarına göre tedaviyi yönlendirmek gerekir. Çok ağır olgularda sadece cihaz (CPAP) verebiliyoruz ama bu cihaza uyum da sandığımız kadar kolay olmuyor. Hasta her gittiği yere cihazı taşımak zorunda kalıyor, özellikle genç çiftlerde cihazla uyuma alışkanlığı cinsel hayatıda etkileyebiliyor. Bir süre sonra çiftler arasında soğukluğa sebep olabiliyor.”dedi.
Op.Dr.Bahadır Baykal son olarak şunları söyledi:“Ayrıntılı muayene yaptığımız hastalarda burun kemiği eğriliği, burun et büyümesi ya da bademciklerin iriliği gibi durumlar varsa cihaz verilecek olsa bile öncelikle bu sorunların halledilmesi gerekir. Özellikle burun kemiği eğriliği cihaz kullanımını zorlaştıran bir nedendir, mutlaka ameliyatla bu sorun giderilmelidir. Bir kısım hastada ise yumuşak damak ve dil köküne yönelik germe-açma cerrahileri ile pasajı genişletmeye çalışıyoruz.”diye ifade etti.
Meme kanseri değil geç kalmak öldürüyor.
Erken evrede teşhis edilen meme kanserinde tam tedavinin mümkün olduğunu dikkat çeken uzmanlardan yeni geliştirilen ilaçlar sayesinde artık kadınların korkulu rüyası olan memenin alınmasına gerek kalmadığı müjdesi geldi.
Meme kanseri bilinçlendirme ayı nedeniyle Gazi Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Benekli, Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Varol Çelik, Sağlıkta Umut Vakfı ve Kansere Karşı Elele Federasyonu Üyesi Doç. Dr. Nejat Özgül, Europa Donna Türkiye-Meme Hastalıkları Koalisyon Derneği Başkanı Violet Aroyo basın toplantısı düzenledi.
BELİRTİ VERMEDEN YAKALAMAK GEREK
Meme kanserinde öncelikli hedeflerinin, hastalığın belirti vermeden yakalanması olduğunu, bu durumda yüzde yüz tedavi şansı olduğunu dile getiren Varol Çelik, ``Bu hastalıktan değil, tanıda gecikmeden korkuyoruz`` dedi.
Kanseri daha oluşmadan yakalamak istediklerini belirten Çelik, tarama için yakınması olmayanların başvurmasının büyük önem taşıdığına işaret etti.
Türkiye`deki tedavi imkanlarının dünya standartlarının üzerinde olduğunu, kadınların bu konuda bilinçlendirilmesinin önem taşıdığını anlatan Çelik, şu bilgileri verdi:
``Kendi kendine elle muayene önemli. Bunun yanında mamografi çekilmesinin de hiçbir sakıncası olmadığının bilinmesi lazım. Mamografi çekilirken alınan radyasyon sınır ötesi uçak yolculuğu sırasında alınan ile aynı düzeyde. Tanı konulduktan sonra da hekimin tedaviyle ilgili önerisi mutlaka yerine getirilmeli.``
Meme kanserinin yüzde 90`ının süt kanallarından, yüzde 10`unun da meme dokusunun kendisinden kaynaklandığını bildiren Çelik, ``Meme kanserli kadınların en büyük korkusu memesinin alınmasıdır. Artık geliştirilen ilaçlar sayesinde çoğu hastada hastalıklı dokunun alınması yeterli oluyor, memenin alınmasına gerek kalmıyor`` diye konuştu.
Kanserin çevre ve uzak organlara sıçramaması halinde tedavi şansının arttığını vurgulayan Çelik, ``Kadınlar ellerine kitle gelmesine rağmen `yakınma yok` diye doktora gitmiyor. Bu nedenle ancak vakaların yüzde 50`sini erken evrede yakalıyoruz`` ifadesini kullandı.
HANGİ EVREDE OLDUĞU ÖNEMLİ
Gazi Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mustafa Benekli de erken evrede yakalanması halinde memenin alınmasına gerek kalmadığını belirterek, ışın tedavisi ve sonrasında koruyucu tedavi uygulandığını, buna tümörün büyüklüğüne göre karar verildiğini bildirdi.
Tümörün lenf bezi ya da koltuk altına yayılıp yayılmadığının tedavi açısından önemine işaret eden Benekli, tarama yöntemleri sayesinde dördüncü evrede yakalanan hasta sayısının giderek azaldığını belirtti.
Benekli, risk grubundakilerle ilgili bilgi verirken genetik yatkınlık, aile öyküsü, erken ve geç doğum, sigara, hareketsiz yaşam ve beslenme gibi faktörlerin riski artırdığına dikkati çekti.
KORKUYORUZ AMA KORUNMAYI BİLMİYORUZ
Sağlıkta Umut Vakfı ve Kansere Karşı Elele Federasyonu Üyesi Doç. Dr. Nejat Özgül ise yapılan araştırmaya göre halkın en çok kanserden korkmasına rağmen buna karşı ne yapması gerektiğini bilmediğini söyledi.
Sigara, obezite ve yaşam süresinin yükselmesinin kanser oranlarında artışa yol açtığını ifade eden Özgül, Sağlık Bakanlığı`nın ücretsiz tarama programıyla meme, kolon ve rahim ağzı kanserinde erken tanının mümkün olduğunu kaydetti.
Bir soru üzerine, meme kanserinin bir ile dört arasında evreleri bulunduğunu belirten Özgül, ``En çok engellenebilir kanserlerle karşılaştığımız zaman üzülüyoruz`` dedi.
16 yıl önce meme kanserini yenen, annesi ve üç teyzesini meme kanserinden kaybeden Violet Aroyo da ailesinde bu hastalık görülenlerin taramalarını ihmal etmemesi önerisinde bulundu.
Hızlı kilo vermenin zararları
Fazla kilolarıyla başı dertte olanların en büyük isteği kısa zamanda kilolarında kurtulmak, incecik bir bedene sahip olmaktır. Hızlı kilo vermek adına izlenen diyet tutumu çok düşük kalorili, ağır egzersizlerin yapıldığı, metabolizmanın alışkın olmadığı eforla karşılaştığı programlara dayanır.Ancak bu agresif kilo verme isteği yanında birçok sağlık sorununu beraberinde getirir. Avusturya Sen Jorj Hastanesi Diyetisyen Sema Mamak hızlı kilo vermenin tehlikeli yanları ile ilgili önemli bilgiler verdi.
UZUN SÜRE AÇLIK VE KAN ŞEKERİNİN DÜŞMESİ
Hızlı kilo vermek için yapılan düşük kalorili diyetler genelde karbonhidrat açısından oldukça fakirdir. Alınan az kalorinin yanında karbonhidrat tüketiminin de çok az olması kan şekeri seviyesinin sürekli düşük seyretmesine eden olur. Bu durum açlık hissinin artmasına hatta zaman zaman dayanılmaz hale gelmesine, asabiyete, halsizlik ve yorgunluğa neden olur. Açlık hali daha da uzarsa konsantrasyon yetersizliği, zihinsel bulanıklık hatta efor gerektiren işler yapılırken bayılmalara neden olabilir.
KAS KAYBI VE BUNA BAĞLI ORGAN FONKSİYONLARINDA BOZUKLUK
Uzun süre düşük kalorili diyete maruz kalan vücut aç kalarak kas kaybetmeye başlar. Beslenmeyle doğrudan ilişkili olan organlarımız karaciğer ve böbrek kas erimesine bağlı olarak fonksiyon kaybetmeye başlar. Kalp kaslarının erimesi ve hatta kemik yoğunluğu uzun süren düşük kalorili diyetler sonucunda oluşabilir. Kemik yoğunluğunun azalması eklem ağrılarına, yorgun uyanmaya neden olurken, kalp kasının erimesi kalp krizlerine kadar varabilir.
METABOLİZMA HIZININ YAVAŞLAMASI
Hızlı kilo vermenin zararlarını günümüzde birçok kişi üzerinde olumsuz olarak görebilmekteyiz. Dünya Sağlık Örgütünün önerilerine göre aylık kilo kaybı 4 kg. ortalamasında olmalıdır. Yaşı genç bireylerde, aktif spor yapan bireylerde ya da erkeklerde aylık kilo kaybı 6kg kadar ulaşması zararlı bir durum teşkil etmemektedir. Ancak bu ortalamalardan daha hızlı kilo vermeye çalışmak kesinlikle yağ dokusundan gerçekleşmeyeceği için ciddi anlamda zararlı ve sağlıksız bir durumdur.
Hızlı kilo kaybı süreci sırasında metabolizma yavaşlar ve su dokusu kaybı yaşandığı için vücut üzerinde birtakım sağlık sorunları oluşur. Ayrıca bunların dışında hızlı kilo vermenin zararları arasında, safra kesesi taşı, sindirim sistemi bozuklukları, dolaşım problemleri, tansiyon dengesizlikleri de şok diyetlerin sonuçlarıdır. Ve hızlı kilo vermenin zararları arasında en büyük riski taşıyan ise kalp krizine sebep olabileceği ihtimalinin yüksek oluşudur. Bu da ani ölümlerle sonuçlanabilmektedir.
VÜCUT SIVI- ELEKTROLİT DENGESİNİN BOZULMASI
Hızlı kilo vermeye başlayan kişiler çok ciddi boyutlarda vücutlarına zarar verirler. Örneğin bu tür kilo kayıplarında yapılan en birinci hata tek yönlü beslenmelerdir. Vücuda ihtiyacı olan ana besinler alınmadığı zaman vücut direnci hızla düşmektedir ve birçok rahatsızlıklar belirmeye başlamaktadır. En dramatik olan vücudun sıvı eloktrolit dengesinin bozulmasıdır.
Kalpte ritim bozuklukları ve yine yukarıda belirtildiği gibi ani kalp ölümleri ortaya çıkmaktadır. Şok durumlarına bağlı tansiyon düşmeleri görülür.
Özellikle sıcak mevsimlerde ve egzersiz yapıldığı durumlarda susuzluğun giderilmesi dehidratasyonun önlenmesi açısından önemlidir. Özellikle ketojenik çok düşük kalorili diyetlerde ilk birkaç günde görülen hızlı kilo kaybı ve yorgunluğun çoğu zaman nedeni su kaybına bağlı dehidratasyondur. Bu durumda su içilmeli, su kaybına neden olan alkol ve kafeinden uzak durulmalıdır. Vücut suyunun %2 kaybı bile fizik ve mental durumu, ısı düzenlenmesini bozabilir.
HIZLI KİLO VERİRKEN SAÇLARINIZDAN OLMAYIN!
Saç dökülmesi her zaman yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıkan bis sorun değildir. Maalesef hızlı kilo verme arzusuyla yapılan ketojenik yani kronik açlığa sürükleyen diyetler de saç dökülmesine neden olabilir. Şiddetli psikolojik stres, hormonal ve metobolik stres, özellikle yeterli protein ve mineral içermeyen hızlı kilo verdiren diyetler saç dökülmesine neden olur. Özellikle çinko, selenyum, magnezyum gibi minerallerin yeterli alınmaması saç tırnak sağlığını olumsuz etkiler.
HIZLI VERİLEN KİLOLAR HIZLA GERİ DÖNER!
Verilen kiloların yeniden hızla geri dönmesinin nedenini, kiloyu vermek için yapılan diyet tutumunda araştırmak lazım. Hızlı kilo vermek için yapılan ilk girişim karbonhidrat ve proteinden fakir, enerji bakımından yetersiz, vitamin-mineral açısından vücudun ihtiyaçlarını karşılamayacak bir beslenme programını uygulamaktır.
Kilolar bu şekilde verilse bile izlenen bu diyet tutumu uzun süre tolere edilemeyeceği için ve kişi normal beslenme seyrine döneceği için kilolar yeniden hızla gelir. Dolayısıyla uygulanması en mantıklı olan yol; uzman kontrolünde kişinin fizyobiyolojik ihtiyaçlarının düşünüldüğü, kilosunun yaşının, soysal ve ekonomik hayatının hesaplanarak planlandığı, tamamen bireye özel beslenme programıyla kilo vermektir.
Beyin felci
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alan inme (beyin felci) `geliyorum` diyor. İnme geçiren bir hastaya müdahalede zamanın çok kritik önem taşıdığı bilinmediğinden erken müdahale ile kurtarılabilecek hayatlar kaybedilebiliyor.
İLK SAATLER
Acıbadem Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydın "İlk 3 saat içinde yapılabilecek damar içindeki tıkacı çözen ve dışarı çıkartan yöntemlere hastanın erişimini sağlamak hayati öneme sahiptir" diyor. Prof. Dr. Aydın bu rahatsızlığı ve dikkat edilmesi gerekenleri anlatıyor:
ÇOCUKLARDA GÖRÜLÜYOR
Genellikle orta ve ileri yaş hastalığı olarak bilinse de çocukluk çağında da görülebilen inme, beynin damarsal nedenlerle bir kısım işlevini kaybetmesi anlamına geliyor. Beyne kan akımını sağlayan damarlardan birinin tıkanmasıyla, beyne giden kan akımının yavaşlaması ya da durması sonucu ortaya çıkıyor.
BELİRTİLER:
Felç; ani görme kayıpları, baş dönmesi, dengesizlik, hafızada bozukluk olarak kendini gösterirken, öncesinde geçici iskemik atak denilen ve bu belirtilerin kısa süreli ortaya çıkıp düzelmesini takip eden ataklar da olabiliyor. Bu nedenle geçici belirtilerin de dikkate alınarak en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalı.
ERKEN MÜDAHALE...
Kafa içi basıncını ani olarak artıran her olayda, erken müdahale hayat kurtarıyor. Beyin içine kanama olduğu anda, kan kitlesi etraftaki beyin dokusunu yırtarak `birincil` denilen hasarı yapıyor, birincil hasarı tedavi etmek mümkün olmuyor. Kan pıhtısı boyutu arttıkça, birincil hasara uğramayan beyin dokusunda, kitle etkisiyle ödem oluşturuyor ve bu da ikincil hasara neden oluyor. Bu nedenle erken cerrahi müdahale hayat kurtarır.
BU ÖNERİLERE DİKKAT
Yaşam tarzında yapılacak değişikliklerle inme riskini düşürmek mümkün. Bunun için hareketsizlikten kaçınarak egzersiz yapmak, sigara ve alkolden uzak durmak, bol su içmek, meyve-sebze tüketmek, yağ ve tuzu azaltmak, ilaçları doktorun tavsiye ettiği şekilde almak büyük önem taşıyor.
Her 3 saniyede 1 kişiyi öldürüyor.
Küresel bir sağlık sorunu olan sepsisten, dünya genelinde her 3 saniyede 1 kişi hayatını kaybediyor. Sepsisin Türkiye'deki seyri ile ilgili net bir bilgi yok ama her yıl 150 ile 200 bin kişinin bu sebepten öldüğü tahmin ediliyor.
Türk Yoğun Bakım Derneği, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda "20. Uluslararası Yoğun Bakım Sempozyumu" düzenledi.
Sempozyum kapsamında Dünya Yoğun Bakım Dernekleri Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Jean-Louis Vincent, Küresel Sepsis Birliği (GSA) Başkanı Prof. Dr. Konrad Reinhard ve Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal'ın katılımıyla basın toplantısı yapıldı.
Necmettin Ünal, sepsisin halk arasında "kan zehirlenmesi" olarak yanlış adlandırıldığına değinerek, sepsisi, "enfeksiyonlara karşı vücudun verdiği kontrolsüz yanıtın kendi doku ve organlarında zarar vererek, ölüme kadar giden organ disfonksiyonları oluşturması" şeklinde tanımladı.
Erken tanı ve tedavi yapılamaması, kaçınılmaz bir şekilde çoklu organ yetmezliği ve ardından ölümle sonuçlandığını dile getiren Ünal, alınan önlemlere rağmen sepsisin görülme sıklığı her yıl yaklaşık yüzde 13 oranında artış gösterdiğini kaydetti.
Prof. Konrad Reinhard, Prof. Necmettin Ünal, Prof. Jean-Louis Vincent Prof. Konrad Reinhard, Prof. Necmettin Ünal, Prof. Jean-Louis Vincent Ünal, sepsisin, dünyada 30 milyon civarında insanı etkileyen ve 8 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açan bir sağlık sorunu olduğuna dikkati çekerek, "Dünyada sepsisten her 3 saniyede 1 kişi ölüyor ve yakın zamanda yapılan çalışmalar yoğun bakım ünitelerinde sepsis nedeni ile tedavi edilen hastaların üçte birinden fazlasının kaybedildiğini gösteriyor" diye konuştu.
Sepsisten ölüm oranlarının ülkeye, yoğun bakıma ve alınan önlemlere göre değişiklik gösterdiğini anlatan Ünal, "Ölüm oranları yüzde 30-60 arasında değişiyor. Bunun en ileri formu olan septik şok yani kan basıncının düzeltilemez şekilde düştüğü durumlarda ölüm oranı yüzde 80'lere kadar çıkıyor. Bu, hem halk sağlığı hem maliyet açısından ciddi problem. Çünkü Avrupa'da bir sepsis hastasının sadece hastane maliyeti 25 bin avro. Türkiye'de sepsisin ne sıklıkta görüldüğü hakkında net bir bilgi yok. 'Türkiye'de her sene 150-200 bin kişi sepsisten kaybediyoruz' diye tahmin ediyorum" dedi.
"ANTİBİYOTİK DİRENCİ ÇOK ÖNEMLİ BİR SORUN"
Prof. Dr. Jean-Louis Vincent da yoğun bakım ünitesine kabul edilecek hasta türlerini seçerken dikkatli olmak gerektiğini vurguladı.
Antibiyotik direncinin yoğun bakımı nasıl etkilediğine ilişkin bir soru üzerine Vincent, antibiyotik direncinin dünya çapında önemli bir sorun olduğuna dikkati çekerek, antibiyotiklerin sadece yoğun bakım, hastane ve hastane dışındaki doktorlar tarafından değil, veterinerler tarafından da gereğinden fazla kullanıldığını dile getirdi. Vincent, bu konuda ortaklaşa bir şeyler yapılması ve antibiyotik tedavisindeki yükü azaltmak gerektiğinin altını çizerek, dirençli organizmalara odaklanmanın önemine dikkat çekti.
"TEMİZ BAKIM SAĞLAYARAK BUNU BAŞARABİLİRİZ"
Prof. Dr. Konrad Reinhard ise Sepsisi önleyebilmek için öncelikle enfeksiyonların önlenmesi gerektiğini vurguladı ve şöyle konuştu: Prof. Konrad Reinhard, Prof. Emin Gümüş Prof. Konrad Reinhard, Prof. Emin Gümüş "Bunun bir yolu da aşı. Sıtma, ebola, influenza gibi hasalıklar çok kolay sepsise dönebiliyor. Aşı burada bir seçenek. Sepsis vakaları içinde yüzde 5-10'unun hastanede önlenebildiğini görüyoruz. Temiz bir bakım sağlayarak, hastanedeki hijyen koşullarını sağlayarak bunu başarabiliriz. Hastalık görülme sıklığını azaltmak için sepsisin olabildiğince erken dönemde tespit edilmesi, tanısının konulması, ilk organ disfonksiyonu belirtileri ortaya çıktığında bu belirtilerin çok net anlaşılabilmesi gerekiyor."
11 Mayıs 2015 Pazartesi
Tüp bebek tedavisi kanser riskini artırmaz
Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçların kadınlarda kansere yakalanma riskini artırdığı yönündeki tezlere Anatolia Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Başkanı Prof. Dr. Hakan Yaralı'dan yanıt geldi. Yaralı "Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçlar, kandan hızlıca temizlenen ilaçlar. Vücutta birikici etkileri yok. Dolayısıyla tüp bebek tedavisi görmüş olmak rahim, yumurtalık ve meme kanserine yakalanma riskini arttırmas" dedi. Kanser hastalarının tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olabilmesi için dikkat edilmesi gerekenleri de anlatan Yaralı " kanser tedavisini yapan doktor ile tüp bebek tedavisini yapan doktorun işbirliği içinde olmalı. Embriyo dondurma seçeneği hastaya sunulmalı" dedi.
8 Mayıs 2015 Cuma
Kulak ağrısı için ipuçları
Kulak ağrısı kişiyi hayattan bezdiren, ona büyük acı veren ağrılardandır. Kulak ağrısı için ne yapılır, doğal yollar nelerdir?makalemizde kulak ağrısından kurtulma yöntemlerine yer verdik.
Soğuk ve sıcak kompres uygulayın!
Sıcak su torbalarını insanlar genel vücutlarındaki ağrıyı dindirmek kullanırlar. Kulağınızda ağrı varsa kulağınıza da bu torbaları tutabilirsiniz. Kimisine sıcak, kimisine soğuk kompres şifa olacaktır.
Kulak ağrısını kesen kocakarı ilacı diye tabir ettiğimiz bir yöntem de kulağa yağ damlatmaktır. Zeytinyağını ocakta biraz sarımsakla kavurun ve bu yağdan ılık şekilde kulağınıza damlatın.
Soğandan bir parça kesin ve ağrıyan kulağınızın içine, kazayla kaçırıp orda kalmasına neden olmayacak şekilde tutun. Veya soğanın suyu sıkın, bu sudan bir kaç damla kulağınıza damlatın.
5 diş ince doğranmış sarımsağı yarım su bardağı kaliteli zeytinyağı ile karıştırıp, ocakta kısık ateşte ısıtın.Sarımsakları iyice ezip suyunu çıkarın. İçine 20 damla organik okaliptüs esansiyel yağı ekleyin. 7 gün boyunca kulaklarınıza 2’şer damla koyun.
Kulak zarınız delikse bu yöntem sizin için uygun değildir.
1/4 su bardağı zeytinyağı
10 damla çay ağacı esansiyel yağı
10 damla lavanta esansiyel yağı
Tüm malzemeyi karıştırın ve kulaklarınız için bir kaç damla uygulayın. Enfeksiyonu azaltır ve enflamasyonu giderir.
Fesleğen yaprağını ezip suyunu çıkarın. Kulak deliğinize ikişer damla damlatın.
Turp şiddetli kulak ağrısını gideren doğal yöntemlerdendir.
Biraz turpu doğrayın ve hardalyağı ile karıştırıp ısıtın.
Soğumaya bırakın, ardından süzüp ağrıyan kulağa bir kaç damla damlatın
Gestasyonel diyabet
Hamilelerde insülin ihtiyacıarttığı için özellikle risk grubu içerisinde olan hamilelerde şeker hastalığı ortaya çıkabilir.
Anne adayının 30 yaşın üzerinde olması, şişman olması, anne veya babasında tip 2 şeker hastalığı bulunması, daha önce doğum ağırlığı 4 kilo olan bir çocuk dünyaya getirmiş olması risk faktörleriolarak sayılabilir.
Genellikle hamilelik esnasında şeker hastası olan anne adayında bîr şikayet ortaya çıkmaz. Yükleme testi sayesinde tesadüfen farkedilir. Fakathamilelik diyabeti gelişen kadınlarda idrar yolu iltihapları ve tansiyon yüksekliği diğer kadınlara oranla daha fazla görülür.Ayrıca bebeği de doğumdan sonra bazı tehlikeler beklemektedir
Hamilelerde ortaya çıkan şeker hastalığı, hamilelik boyunca ve doğum sırasında özel olarak gözlem altında tutulmalıdır. Hamilelik boyunca her gün doktorun belirlediği sıklıkta şeker kontrolü yapılmalı ve kan şekerini yükseltmeyecek bir diyet uygulanmalıdır. Kan şekeri diyetle kontrol altına alınamıyorsa insülin tedavisine başlanılması gerekli olabilir.
Hamilelik şekeri görülen kadınlarda, ileri yaşlarda diyabet çıkması ihtimali yüksektir.
Kadınların meme kanseri riskine önlemleri
Meme kanserine yakalanma riskinin yaş ilerledikçe arttığı bildirildi.
"Füsun Sayek Kültür ve Sanat Etkinlikleri" için Hatay’a gelen Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Genel Sekreteri Prof. Dr. Şuayib Yalçın, yaptığı açıklamada, kadınlarda kanser ölümleri arasında meme kanserinin ilk sırada yer aldığını söyledi.
Yaş ilerledikçe meme kanserine yakalanma riskinin artığını ifade eden Yalçın, şöyle devam etti: "Her yıl dünyada 1 milyondan fazla, Türkiye’de de yaklaşık 150 bin kişi meme kanserine yakalanıyor. Ayrıca yılda toplam 7 milyon 600 bin kadını kanser nedeniyle kaybediyoruz. 40-49 yaş arasında her 66 kadından 1’inde, 50-59 yaş arasında da her 40 kadından 1’inde meme kanserine yakalanma riski var. Bu risk yaş ilerledikçe daha da artmakta. Avrupa’da meme kanserinin daha yaygın olmasının nedeni de bu. Türkiye’de kadınların çalışma hayatına girmesi,doğurganlığın azalması nedeniyle gelecekte kansere yakalananların sayısında bir artış bekleniyor.
Şu an Avrupa’da 8, Türkiye’de de her 12 kadından 1’inin meme kanserine yakalanma riski var. Ancak Türkiye’de kadınların yaşam standartlarıyla ilgili bir takım önlemler alınmazsa bu risk artabilir ve Avrupa’nın önüne geçebiliriz."
Kadınların meme kanseri riskine karşı alışkanlıklarına dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Yalçın, "Türkiye’de nüfus hızla yaşlanıyor. Yaşlanma meme kanserine yakalanma riskini de beraberinde getiriyor. Bu hastalığa karşı riski azaltmak için beslenme alışkanlıkları ve sporla kadınlarımızı daha sağlıklı yaşlandırmalıyız" diye konuştu.
3 Mayıs 2015 Pazar
Blaschko çizgileri
Blaschko çizgileri oldukça nadir görülür ve ilk olarak 1901’de Alman dermatolojist Alfred Blaschko tarafından sunulan açıklanamaz bir insan anatomisi fenomenidir.
Ne belirli bir hastalık ne de bir hastalağın tahmin edilebilen bir belirtisidir. Blaschko çizgileri insan DNA’sına inşa edilen görülebilen bir desendir. Birçok aktarılan ve elde edilen ten ya da mukoza hastalığı kendilerini, şeritlerinin görsel görünümünü yaratan desenlere göre izah ederler. Şeritlerin nedeninin mosayizimin sonucu olduğu düşünülür ki; sinirsel, kassal ve lenfatik sistemleri karşılamazlar. Onları daha belirli hale getiren şey hastadan, hastaya benzer yakınlıkta uyuşmalaradır, genellikle omurga etrafında V şeklinde göğüs, karın ve yan taraflar etrafında S şeklinde form alır.
Sirenomelia
Deniz kızı sendromu da denen bu hastalıkta çocukların doğuştan bacakları yapışık olarak dünyaya geliyorlar. Görünüş itibarı ile deniz kızına benzediklerinden bu isim veriliyor.
Acne vulgaris
Akne Vulgaris kıl-yağ bezi biriminin kronik inflamatuar hastalığıdır. 12-25 yaş grubunun % 85’inde görülür. Ender olarak sekiz yaş civarında başlayıp, 30 yaştan sonra da devam edebilir. Erkeklerde daha sıktır ve daha ağır klinik seyir görülebilir. Son yıllarda üzerinde en fazla durulan nedenler arasında sebum yapımında artış, anormal folliküler keratinizasyon ve mikrobiyal kolonizasyon sayılabilir. Mikrobiyal kolonizasyondan sorumlu mikroorganizmalar propinibakterium acnes, stafilococcus epidermidis ve pitrosporum oveledir. Akne vulgaris oluşumunda genetik faktörler de suçlanmaktadır. Hastaların çoğu
aile öyküsü verirler ancak özel bir geçiş şekli saptanmamıştır.
Klinik:
Primer yerleşim yeri yüz, sırt, göğüs ve omuzlardır. Gövdedeki lezyonlar orta hatta yoğunlaşır. Herhangi bir lezyon ağırlıklı olabilmekle birlikte genellikle birçok lezyon bir aradadır. Non-inflamatuar lezyonlar komedonlardır. Komedonlar açık veya kapalı olabilir. Açık komedon deriden hafif kabarık, ortasında koyu renkli folliküler keratin ve lipid birikimi olan lezyondur. Kapalı komedonlar ise inflamasyonsuz beyaz renkli papüller şeklinde görülür. Özellikle kapalı komedonlar inflamatuar lezyonların prekürsörleridir. İnflamatuar lezyonlar, çevresinde eritem, inflamasyon bulunan küçük papüllerden püstül ve büyük nodüllere, kistlere kadar değişebilir.
Aktif lezyonlar dışında iyileşmiş lezyonlara ait skarlar da bulunabilir. Akne skarları küçük ağızlı derin deprese skarlardır. Nadiren gövdede hipertrofik skarlar olabilir.
Laboratuar:
Hiperandrojenizmden şüphelenilmiyorsa akne vulgarisli hastada laboratuar tetkiki gerekli değildir. Ancak menstruasyon düzensizliği, hirsutismus, androgenetik alopesi gibi hiperandrojenizm belirtileri varsa hastaların bir dermatologa
ve daha sonra gerekirse bir
endokrinologa başvurmaları gerekebilir.
2 Mayıs 2015 Cumartesi
İçecek tüketirken dikkat!
Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, 'Bazı içecekler var ki hem şifalı hem de kilolarla savaşmaya yardımcıdır. Ancak içeceklerin miktarı ve içeriği son derece önemlidir' dedi.
Tutar, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede içecek tüketirken dikkat edilmesi gerektiğini belirterek şunları kaydetti;
Çay: Ülkemizde en fazla tercih edilen içecek olan çay konsantrasyonu arttırmasının yanı sıra gerginliği azaltır. Bağışıklık sistemini güçlendiren çay aynı zamanda cilt sağlığı içinde önemli bir içecektir. Böbreklerin daha iyi çalışmasını sağlayan çay, barsak sisteminde problem yaşayan kişiler içinde iyi bir tercihtir. Çok koyu olmaması ve çok fazla miktarda içilmesi çarpıntı yapabileceği için miktara dikkat edilmelidir. Bir fincan şekersiz çay ortalama 1 kalori civarındadır.
Domates suyu: İçerisinde C ve E vitaminin bulunması nedeni ile iyi bir antioksidandır. Bağışıklık sistemini güçlendiren domates suyunun kansere karşı vücudunuzu koruyucu etkisi vardır. Kalp hastalıklarına karşı vücudu koruyan likopen adı verilen madde domates suyunun içerisinde bulunmaktadır. Ayrıca likopen kısır erkeklerde sperm yoğunluğunu ve kalitesini arttırır. 1 su bardağı domates suyu ortalama 29 kaloridir.
Sade kahve: Siyah ve yeşil çay gibi antioksidan içeren kahvenin kansere karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Konsantrasyon problemi olan veya baş ağrısı çeken bireylerinde kahve tüketmesi sonucu bu problemlerinin geçtiği bilinmektedir. Her yiyecek ve içeceğin fazlası zararlı olduğu gibi kahvede de aynı durum söz konusudur. Kalp ritminin bozulmasına ve taşikardiye neden olan fazla miktarda kahve tüketimi ayrıca strese de neden olur. Özellikle kalp rahatsızlığınız var ise bu duruma daha fazla dikkat etmek zorundasınız. Ayrıca günde 4-5 kupa kahve yine tansiyonunuzun yükselmesine neden olduğu bilimsel çalışmalarda gösterilmiştir. 1 fincan sade kahve 5 kaloridir.
Türk Kahvesi: Türk kahvesi koyu bir kahve olması nedeni ile tüketimine kesinlikle dikkat edilmelidir. Çünkü fazla miktarda içilmesi gün içerisinde sık sık çarpıntı problemi yaşamanıza neden olabilir. Türk kahvesini gün içerisinde en fazla tercih etmeniz gereken yer ise spor yapmadan 30-45 dakika öncedir. Bu şekilde egzersiz anında kalori yakımını da arttırmış olursunuz. 1 fincan türk kahvesi ortalama 1 kaloridir.
Latte: Gün içerisinde sık sık tercih edilen içeceklerden biri olan latte tercih ettiğiniz büyüklüğe göre 100 kalori ile 223 kalori arasında değişmektedir. Özellikle seçim yaparken yağsız süt ile hazırlananları tercih etmeniz daha az kalori almanızı sağlayacaktır. Öğle yemeği ile akşam yemeği arasında ara öğünde tercih edilebilir.
Mocha: 220 kalori ile 430 kalori arasında değişen mochanın kalorisinin yüksek olmasının temel nedeni içerisinde krema bulunmasıdır. Seçiminize göre doymuş yağ oranı da değişmekle birlikte ara öğün alternatifi olarak yüksek bir kaloriye sahiptir. Bu sebeple çok sık tercih edilmemelidir. Ayrıca çikolatalı olanları da bulunan mochada bulunmaktadır. Bu seçimden kesinlikle uzak durmalısınız. Çünkü en büyük boy seçimler ortalama 600 kaloridir. Ki bu tercih bir ana yemek kadar kalorisi vardır.
Elma Suyu: Günümüzde taze sıkılmış, yüzde yüz meyve suyu ve hazır meyve suyu olarak tercih edilen elma suyu potasyum içeriği yüksek olmasının yanı sıra kuvvetli antioksidan özelliği saptanan polifenoller bulunduğunu göstermiştir. Taze sıkılmış elma suyu diğerlerinden kesinlikle daha sağlıklı olmakla birlikte meyve suyunu tercih etmeniz yerine meyvenin kendisini tüketmeniz daha doğru bir seçim olacaktır. Bu şekilde alınan posa ile daha uzun süre tokluk sağlanacak hem de kan şekeri daha dengeli artacaktır. Meyve suyu olarak tercih ediyorsanız uzun vadeli karın bölgesi yağlanmanın kaçınılmaz olduğunu unutmayın.
Enerji içeceği: Enerji içeceklerinin temel maddeleri taurin, kafein ve glukuronolaktondur. Taurin vücutta doğal olarak bulunan bir aminoasittir. Taurinin vücudu zararlı maddelerden ve toksinlerden arındırdığına dair çalışmalarda mevcuttur. Fazla egzersiz veya stresli dönemde enerji içeceği miktarı kişiye özel olarak kullanılabilir. Glukuronolakton da vücutta doğal formda bulunur. Karbonhidrattır ve vücuda enerji verir. Kafein, merkezi sinir sistemine etki ederek beyne giden ve beyinden gelen mesajları hızlandıran bir uyarıcıdır. Bazı enerji içeceklerinin içerisinde bol miktarda şeker olduğu unutulmamalıdır.
Bu nedenle tüketim miktarı ve sıklığına dikkat edilmelidir. Ortalama 100 ml enerji içeceği 45 kaloridir.
Maden Suyu: Eğer yüksek tansiyon probleminiz yok ise en sağlıklı içeceklerden birisidir. Vücutta azalan minerallerin yerine konmasında işe yarar. Kalorisi yoktur. Fakat yaz aylarında günde iki tane, kış aylarında bir tane içilmesi yeterlidir. Daha fazla tüketilmesi vücutta ödem yapabilir.
Meyveli Soda: Son zamanlarda çok sık tercih edilen içeceklerden biri olan meyveli sodanın maden suyu gibi düşünülmesi doğru değildir. Çünkü bir şişesi ortalama 45 kaloriidir. Asitli içeceklerden bir farklı olmaması nedeni ile mümkün olduğunca tüketiminden kaçınılmalıdır. Özellikle tek başına içilmesi yine karın bölgesinin yağlanmasına neden olur."
29 Nisan 2015 Çarşamba
Havaların ısınmasına güvenmeyin
Bahardaki gece gündüz arası sıcaklık farkları hatta saatlik ısı değişiklikleriyle hastalık insan metabolizmasını savunmasız yakalayabiliyor.
Sıcaklık, nem, rüzgar gibi etkenlerin birden değişimi bağışıklık sistemini de etkiliyor. Bahar aylarındaki bu tablo depresyondan ülsere, baş ağrısından yorgunluğa kadar birçok rahatsızlığı da beraberinde getirebiliyor.
Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Serap Bos, ani ısı değişikliklerinde sağlıklı kalmanın yolları hakkında bilgi verdi.
HAVANIN BİR ISINIP BİR SOĞUMASI BEDENİMİZİ YORUYOR
Halsizlik, enerji azlığı, mutsuzluk, kaslarda ağrı, uykuya dalamamak ve uyanamamak bahar yorgunluğunun belirtileri arasındadır. Havadaki ani ısı, nem, basınç değişiklikleri kişiyi sinirli ve stresli bir hale getirebilir. Mevcut belirtiler aile hayatının ve iş performansının düşmesine ve kişinin hayat kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Bahar yorgunluğu zannedilen belirtilerin altından kansızlık, hipotiroidi (tiroid bezinin yeterli çalışamaması) gibi başka hastalıklar da çıkabilir. Bu nedenle belirtilerin süresi uzadığında mutlaka bir doktora gidilmelidir.
BAŞ AĞRILARI SIKLAŞABİLİYOR
Bahar aylarında vücudun çeşitli eklemlerinde ağrılar yaşanabilmektedir. Bahara uyum sağlamaya çalışan vücut daha uzun süre gün ışığına maruz kalır. Günlerin uzaması, saatlerin ileriye alınması gibi faktörler vücudun hormon dengesini değiştirerek uyku düzenini olumsuz etkiler. Uyku düzenindeki bu değişiklikler vücudun yeterince dinlenememesine ve kişinin kendisini sürekli yorgun hissetmesine ve unutkanlığa yol açar. Yoğun tempoda çalışanlar ve stresli kişilerde baş ağrıları yaşanabilir. Baş ağrısına ek olarak sırt, boyun ve omuz kaslarında ve vücudun çeşitli eklemlerinde ağrılar da ortaya çıkar.
BAHARDA DEPRESYON RİSKİNE DİKKAT!
Bahar depresyonu, mevsimsellik göstermesi dışında genel olarak diğer depresyonlara benzer belirtiler taşıyan bir hastalıktır. Kişilerin yetersiz güneş ışığı alması beyinde bazı kimyasal maddelerin düzeylerini ve dağılımlarını bozar. Bu hormonlar kişinin vücut ısısı ayarlanması ve uyku-uyanıklık düzeninde önemli rol oynarlar. Biyolojik saatin bozulması ile kişi depresyona daha açık hale gelir. Açık güneşli havalarda daha neşeli, kapalı, bulutlu havalarda cansız ve melankolik olan kişilerde çoğu zaman altta yatan mekanizma biyolojik saatteki aksamalardır.
SİNDİRİM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI BAHARI SEVİYOR
Özellikle bahar ve yaz aylarında en sık rastlanan sorunların başında ülser, reflü ve gastrit gibi sindirim sistemi hastalıkları gelir. Bu şikayetler genellikle midede yanma, kazınma, ekşime ve gaz şeklinde kendini göstermektedir. Nem ve güneş ışığı faktörleri, ülser şikayetlerini artırmaktadır. Hazımsızlık sorunu yaşayan bazı hastalarda ise bahar aylarında daha fazla tüketilen çiğ sebze ve meyvenin bu soruna neden olduğu düşünülmektedir. Bazen bu sorunlar mide kanamasına kadar ilerleyebilmektedir. Bazı yiyeceklerin tüketilmesinden sonra mide yanması, ekşime, gaz ve şişkinlik şikayetleri daha çok gastritte ortaya çıkar. Bahar aylarında kızartmaların fazla tüketimi, asitli ve gazlı içecekler, soğuk su gibi yiyecek ve içecekler gastrit şikayetlerini artırmaktadır.
HAVALARIN ISINMASINA GÜVENMEYİN
Mevsim değişikliğine uyum sağlayamayan vücudun soğuk algınlığına yakalanma riski de bahar aylarında yüksektir. Bebekler, 65 yaşın üzerinde olan kişiler, astım hastaları, kronik akciğer hastaları, kalp ve böbrek hastalıkları olanlar ve bağışıklık sistemini zayıflatan ilaç kullanan hastalar risk gurubundadır. Dengeli beslenmek, düzenli uyku, dinlenmek, spor, her gün düzenli banyo yapmak ve sigara içmemek bağışıklık sistemini güçlendiren faktörlerdir.
28 Nisan 2015 Salı
20 yaş dişleri çekilmeli mi?
Gençlik yıllarında birçok kişinin kabusu haline gelen 20 yaş dişlerinin, ağrıların yanı sıra bir dizi sıkıntıya yol açabileceği, bu durumda da çekilmesi gerektiği belirtildi.
Özel Akademi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Çene Cerrahisi Uzmanı Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, 20 yaş dişlerinin çekilmesi gereken durumları sıraladı. Aslan, 20 yaş dişlerinin çürük, kist oluşumu, çevre diş etinin iltihabı, yanak ısırma, kist oluşumu gibi durumlarda çekilmesi gerektiğini söyledi.
Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, 20 yaş dişleri geride olduğundan ve pozisyonlarının durumundan dolayı genellikle zor temizlendiğini belirterek, "Bu nedenle çok kolay çürürler. Bu dişlerin anatomik yapılarından dolayı çoğunlukla kanal tedavisi yapılamamaktadır ve çekilmektedir" dedi.
20 yaş dişlerinin düzgün pozisyonda sürmemesinden dolayı ön dişlere yaptığı basınçla bu dişlerin sıkışmasına ve zamanla yer değiştirmesine neden olduğunu kaydeden Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, "Ayrıca, 20 yaş dişlerinin eğimli konumlanması bakteri birikimine ve önündeki dişin de çürümesine neden olabilir" bilgisini verdi.
Aslan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Perikoronitis (çevre diş eti iltihabı) 20 yaş dişleri kısmen gömük kaldıkları durumlarda üstündeki diş etiyle arasında biriken bakterilerin yol açtığı bir enfeksiyon gelişebilir. Bu esnada yüzde şişme, ağız açmada zorluk, ağrı, ağız kokusu, lenf bezlerinde şişlik ve ateş gibi durumlar görülebilir."
"KİST OLUŞUMU YAPABİLİR"Yirmi yaş dişleri genelde normal pozisyonda süremediklerinden hastalarda yanak ısırması ve mukozada yaralanmaları oluşabileceğini de bildiren Özel Akademi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi uzmanlarından Çene Cerrahı Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Aslan, "Böyle durumlarda 20 yaş dişleri normal fonksiyon da görmediklerinden çekilmesi uygundur" diye konuştu.
Arslan, 20 yaş dişleri tam olarak gömülü oldukları veya kısmen gömülü oldukları durumlarda bazı hastalarda kist oluşumuna sebep olabildiklerini ve bu durumun muayene esnasında hekimin çekeceği panoramik röntgenle teşhis edilebildiğini kaydetti.
Gömülü yirmi yaş dişleri pozisyon itibariyle çoğu zaman alt çene sinirine yakın olduğunu söyleyen Aslan, "Dolayısıyla operasyonu sırasında sinir zedelenmesi oluşabilir ve çene çok uzun bir süre uyuşuk kalabilir. Bu yüzden bu operasyon mutlaka Çene Cerrahisi uzmanlarınca ve yeterli olanaklara sahip merkezlerde yapılmalıdır" dedi.
Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, çene cerrahisi kapsamına giren uygulamalar hakkında şöyle bilgi verdi:
"Ağız içindeki gömük dişlerin çekilmesini, implant yapımını, sinüs lifting operasyonlarını, yumuşak doku ve dişlere bağlı kistik yapıların, tümörlerin cerrahi işlemler ile çıkartılmasını ve protez yapımına yardımcı olmak için ağzın sert ve yumuşak dokularında yapılan düzeltmelerinin, ağız diş ve çene cerrahisinin ilgi alanına girmektedir. Ayrıca, çene kırıkları ve kök ucu rezeksiyonları operasyonlarını da bu cerrahi dalında gerçekleştirir."
Böbrek taşının çözümü doğada
Fitoterapi Uzmanı Dr. Mustafa Eraslan, insanlığın doğuşundan beri varlığını sürdüren ve dünya üzerinde bulunan en şiddetli 3 ağrıdan bir tanesi olduğu bilinen böbrek taşı hastalığını anlattı.
Türkiye'deki böbrek taşı hastalarının yüzde 73'ünde görülen taş tipinin kalsiyum oksalat taşı olduğunu belirten Dr. Mustafa Eraslan, 'Eğer böbrek taşınız kalsiyum oksalat taşı ise altın otu (Uludağ çiçeği, sarı ot, yayla içeceği) bitkisi ile kısa zaman içerisinde çok az bir maliyetle böbrek taşından kurtulmuş olacaksınız' dedi.
2 BİN 200 YILLIK HASTALIK
Böbrek taşının insanlık tarihi ile yaşıt olduğunu söyleyen Dr. Mustafa Eraslan, altın otunun kalsiyum ve oksalat arasındaki bağları ortadan kaldırdığını ve böbrek taşlarının çok kısa zaman içinde kum şeklinde dökülmesini sağladığını vurguladı.
DR. MUSTAFA ERASLAN'DAN ALTIN OTU ÇAYI TARİFİ
Altın otunun kullanım şekli konusunda da bilgi veren Dr. Mustafa Eraslan 'Bir bardak taze kaynatılmış suyun üzerine 8-10 adet altın otu çiçeği (sapları kullanılmadan) ilave edip, ağzı metal kapak ile kapatıp 10 dakika demlenmesini bekleyip içiyoruz. Tadından dolayı içemeyenler limon tatlandırıcı bal vesaire ilave edebilirler. Sabah ve akşam bir bardak altın otu çayı böbrek taşlarınızdan kurtulmanızda son derece etkili olacaktır' dedi.
Dr. Mustafa Eraslan, bu uygulamanın doktorların uyguladıkları tedaviler yanında ek olarak kullanılmasını tavsiye ettiğinin altını çizdi.
26 Nisan 2015 Pazar
Güne yorgun başlıyorsanız dikkat!
Uzmanlar yumuşak doku romatizması (fibromiyalji) hastalarının mevsim geçişlerine dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyardı.
Dr. Aydın, yumuşak doku romatizması (fibromiyalji) hastalarının mevsim geçişlerine dikkat etmesi gerektiğini belirterek, "Yumuşak doku romatizması insanların vücudunda farklı bölgelerinde her gün olan kronik ağrılara denir. Bu insanlar her gün ağrılı bir şekilde güne başlarlar ve yataktan dayak yemiş gibi kalkarlar. Dinlemediklerini, hiçbir şekilde dinlenemediklerini, enerjilerinin olmadıklarını söylerler.
Mevsim geçişleri ve bahar ayları onların en korkulu dönemleridir. Çünkü havadaki iyon yüklenmesi, havanın değişimi onların semptomlarının daha negatifleşmesine sebep olur. Bunun da sebebi fibromiyaljinin doğasında uyku bozuklukları yer alır. Günlerin uzamasından dolayı kişiler gündüz uyku hali çekmektedirler. Kişiler uygun giyinemediklerinden dolayı halk arasında kulunç diye bilinen bizim şikayetlerinde artış görülmektedir" diye konuştu.
"Bahar ayı enerji ayı" diyen Aydın, şöyle devam etti:
"Bu kişilerde motivasyon eksikliği, enerji eksikliği vardır. Yapmak istedikleri çok şey olur ama yapacak enerjileri olmaz. O yüzden bu tarz hastalara bir takım önerilerimiz olur. Özelikle kendinizi şımartın, yorulmadan önce dinlenin. Büyük yoğunluklu egzersizliklerinizi, planlarınızın hepsini Mayıs ayına ya da diğer aylara öteleyin.
Fibromiyalji hastalarında öncelikli tedavi kişinin hayatını modifiye etmesidir. Kaliteli uyku çok önemli. Mümkün olduğu kadar sessiz, az ışıklı bir ortamda ya da dinlendirici bir ortamda uykuya dalmalarını tavsiye ederim. Yatmaya gitmeden önce ılık duş olabilir. Aktivitelerini bölerek yapmalıdırlar. Spor da buna dahil."
BU BELİRTİLERE DİKKAT!Halsizlik, dışarı çıkamama hallerinin fibromiyalji belirtisi olabileceğine dikkat çeken Aydın, "Bu insanlar etraftaki eşinden, dostlarından nazlı insan damgası yerler. Oysaki altta bizim hastalık olarak kabul ettiğimiz bir bulgu yatar. Bu kişiler sürekli ağrı çektiklerinden dolayı depresif bir mod durumuna sahip olabilirler. Yakınları tarafından daha da negatif algılanırlar. Eğer böyle bir şikayetiniz varsa öncelikli detaylı bir muayene, bir takım kan tahlilleri ile hastalığın tanısı konulur. Gerekli tedavi doktor tarafından uygun bir şekilde planlanır. Bu hastalık kalıcı ağrazlar bırakmasa da kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkilediği için iş kaybına neden olur. Etrafındakileri de bu tablo çok kötü etkilemektedir" ifadelerini kullandı.
Obezite sirozu tetikliyor
Karaciğerin, oluşan hasarlardan sonra kendisini yenileme kapasitesi en yüksek organlardan biri olduğu ilk çağlardan beri biliniyor. Ancak karaciğerin yenileme kapasitesini aşan uzun süreli hasarlarda normal karaciğer dokusunun yerine “yara dokusu (fibrozis)” oluşmaya başlıyor ve karaciğerin fibroz doku ile kaplanması sonucunda siroz gelişiyor.
Medipol Üniversitesi Hastanesi, Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. H. Yasemin Balaban, her yaşta görülebilen siroz hastalığı ile ilgili detaylara dikkat çekerek, sağlıklı bir karaciğere sahip olmak ve sirozdan korunmak için önerilerde bulundu.
GÜNÜMÜZDE ALKOLDEN ÇOK, OBEZİTEYE BAĞLI SİROZ ARTIYORProf. Dr. Balaban'a göre, yeni milenyuma kadar sirozun en sık nedeni, batı toplumlarında alkol diğer toplumlar ile Türkiye'de ise süregen (kronik) viral hepatitlerdi. Ancak yeni bin yıl ile ortaya çıkan obezite salgını nedeniyle tüm dünyada ve de ülkemizde karaciğer yağlanmasına bağlı siroz hızla birinci sıraya yükselmektedir. Daha nadir siroz nedenleri ise bağışıklık sistemi bozukluklarına bağlı gelişen otoimmun karaciğer hastalıklar, metabolik bozukluklar ve ilaçlarında dahil olduğu diğer toksinlerdir. Hastaların bir kısmında ise siroz nedeni saptanamaz ve "kriptojenik siroz" olarak sınıflandırılır.
BU BELİRTİLER VARSA DİKKAT!Erken evre siroz hastalarında karaciğer hasarı ileri olmasına rağmen halsizlik, çabuk yorulma gibi müphem şikayetler dışında klinik bulgu olmuyor. İlerlemiş siroz hastaları ise ani gelişen sarılık, karında şişme, kişilik değişikliği, mide kanaması gibi çok farklı şikayetlerle doktora başvururlar. Siroz tedavisinin temelini, altta yatan karaciğer hastalığın doğru tanısının konulması ve uygun tedavinin başlanması oluşturur. Karaciğer yetmezliği gelişen hastalar içinse karaciğer nakli tek yaşam umududur."
GENETİK FAKTÖR DE ETKİLİÖzellikle Wilson hastalığı, Hemakromatozis, Anti-tripsin eksikliği gibi metabolik karaciğer hastalıkları genetik geçiş nedeniyle ailede hasta birisinin olması birinci dereceden akrabalar için risk oluşturur. Bu nedenle tanı konulduktan sonra aileye genetik danışmanlık verilmesi gereklidir. Böyle erken tanı konulan bireylerde uygun tedavinin başlanması ile siroz gelişimi önlenebilir.
HER YAŞTA GÖRÜLEBİLİYOREsasında yenidoğan döneminden çocukluk, erişkinlik ve ileri yaşa kadar her yaşta siroz tanısı konulabilir. Diğer yandan sirozun gelişim hızı, altta yatan hasarın şiddetine ve karaciğerin kendini yenileme kapasitesine bağlı olduğundan, bazı kişilerde 3-5 yılda gelişirken, diğer kişiler 30-40 yıl gerekebilir.
BİRDEN ÇOK FAKTÖRÜN BİRARADA OLMASI SİROZ GELİŞİMİNİ HIZLANDIRIYORÖrneğin, viral hepatiti olan birinin eş zamanlı alkol kullanması fibrozis için sinerjiztik etkisi oluşturuyor. Benzer şekilde primer karaciğer yağlanması veya birden çok viral hepatit etkenin bir arada bulunması da riski artırıyor.
Genel sağlıklı yaşam kuralları sirozdan korunmak için de geçerli
- Öncelikle karaciğer yağlanmasını önlemek için obeziten kaçınılmalı ve düzenli egzersiz yapılmalı.
- Sağlıklı beslenme için diyetin kalorili ve doymuş yağ içeriği düşük olmalı, fruktozlu içeceklerden sakınılmalı ve de meyve ve sebzeden zengin beslenilmeli.
- Egzersiz, insulin direncini düşürür, cilt altında ve karaciğerdeki toplam yağ miktarını azaltır ve böylece metabolizmayı düzenler. Bu nedenle egzersiz vücut kitle indeksinden bağımsız olarak karaciğeri yağlanmadan korur ve de karaciğer yağlanması olan kişilerde ise tedavi edici özelliğe sahiptir.
- Alkol tüketiminde "karaciğer için güvenli" bir miktardan söz etmek zor. Çünkü karaciğerin alkol duyarlılığını etkileyen cinsiyet, yaş, beslenme alışkanlıkları, genetik faktörler ve eşlik eden diğer hastalıklar gibi pek çok faktör bulunuyor.
- Karaciğer hastaları doktor önerisi almadan kontrolsuz ilaç veya bitkisel destek ürünleri kullanmamalı.
- Son olarak tüm toplum için olduğu gibi siroz hastalarının da viral hepatitlerden korunmak için Hepatit A ve B viruslerine karşı aşılanması gerekli.
25 Nisan 2015 Cumartesi
Uykusuz gecede vücudumuzda neler oluyor?
Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, uykunun doğal dinlenme biçimi olduğunu belirterek, “Aslında tüm canlılar günlük işlevlerini gerçekleştirebilmek için uykuya ihtiyaç duyarlar” dedi.
"Hepimiz şu yada bu sebepten uykusuz geceler geçirmişizdir. Peki uykusuz bir gece ve sabahında bizi nasıl bir travma bekliyor?" diyen Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, şunları kaydetti;
"Güneş battığında, beyin epifiz bezi uyku hormonu olan melatonini salgılamaya başlar. Böylece vücuda uyku vaktinin geldiği hatırlatılır. Sabah uyandığımızda ise, uyku getiren bir kimyasal madde olan adenozin salgılanmaya başlar ve gün boyunca vücutta depolanır. Yatağa girdiğimizde diğer maddeler ile beraber beynimize nüfuz ederek uykumuzun geldiğini hissettirir. Nörokimyasal bir madde olan ABA ise beyin sapını uyararak uyku emri verir. Bundan sonraki aşama ise uykudur.
Yatağa yattıktan birkaç dakika sonra günün envanterini zihnimizde almaya başlarız. Niye böyle konuştum ? neden yaptım ? peki nasıl davranmalıyım ? gibi pekçok düşünce aklımızdan geçmeye başlar . İşte zihnimizdeki ilk büyük savaş o anda başlar ve zihin strese girer. Stresin tetiklediği adrenalin kalp atışlarını, kan basıncını, vücut ısını ve nefes alıp verişini bozar. Adrenalinin kardeş stres hormonu olan kortizol de beraberinde artmaya başlar, böylece kan şekeri seviyesi yükselerek zihin açılmaya başlar. Beynin uyku ve uyanıklık merkezleri arasındaki kavga artık başlamıştır.
İkinci saatin sonunda yatakta sağa sola dönüp uyuyamamak morali iyice bozar, adrenalin-kortizol seviyesi bir miktar daha artar. Ani ve derin nefes almaya başlarız.
Yatakta geçirdiğimiz üçüncü saatin sonunda pes edip yataktan kalkarak Tv ya da bilgisayarı açtığımızda büyük bir hataya da kucak açmış oluruz. Ekrandan yayılan mavi ışık, melatoninin daha da bastırılmasına sebep olur. Beynimiz de o anda yeni günün başladığı hissine kapılır. Zihin uykudan daha çok seyredilen veya okunan şeye yöneldiği için, yatakla ilk temas ettiğimiz zamana göre daha da uyanık hale geliriz.
Beşinci saate girilirken beynin uyku merkezi bu savaşı kazanır ve bir süre uykuya dalınabilir. Ancak doğal uyku gibi yavaşça uykuya dalmak mümkün olmaz. Beyin dalgaları yüksek bir frekansta sıkışıp kaldığı için kesintili ve rahatsız bir şekilde uyunabilir.
Yedinci saatin sonunda işe gitme vakti geldiğinde yada alarm çaldığında beyin, derin uyku sürecinde girilen delta aşamasına girdiğinden, hemen uyanmak zor olur. Uyanmaya çalışılsa bile vücutta yeteri kadar adenozin yakılmadığından zihin hâlâ bulanıktır. Hızlıca kendine gelmek için bir fincan kahveye ihtiyaç duyulmasının nedeni, kafein alarak adenozini etkisiz hâle getirmektir.
Uykusuz geçen bir gece sonrası yeteri kadar dinlenilemediği için, huysuz ve diğer sabahlara göre daha sersem hissederiz. Beyninin mantık ve konsantrasyon merkezi olan ön korteks oradan oraya sürüklenmiştir. Odaklanmakta zorluk yaşar; asabi ve fevri bir hâle bürünebiliriz. Ancak her şeye rağmen bir sonraki gece doğru saatinde uyumayı başarabilirsek bu travmayı ertesi güne taşımadan o gece de bırakabiliriz."
Guatr'da erken teşhis yaşam kalitesini arttırır
İnsan vücudu, kusursuz bir sisteme sahiptir. Sistemde yer alan parçalardan biri gerektiği şekilde çalışmadığında, zamanla diğer parçalarda da bozulmalar başlar. Tiroid bezi gibi vücutta adeta ateşleyici vazife gören bir organın düzenin dışına çıkması, tüm sistemde sıkıntılara sebep olur. Nefes ve yemek borusunu adeta saran iki parçalı bir salgı bezi olan troid bezi; tiroksin, yani tiroid hormonu salgılar. Bu hormon, vücudun çalışma ritmini direkt etiler. Fazla hormon üretilmesi vücudun çalışma hızını artırır, az hormon üretilmesi ise yavaşlatır. Bu salgı bezinin kanser ve iltihaplanma dışı sebeplerle büyümesi, guatr hastalığı olarak adlandırılır. Tiroid bezinin büyümesi, beraberinde nodülleri de getirebilir. Gözlemlenen nodüllerin büyük kısmı iyi huyludur. Sadece yüzde 5'i kötü huyludur. Nodüllerin kesinlikle dikkatli takip edilmesi gerekir. İki santim üzerinde büyüyen, kireçlenme görülen ve şekil bozukluğu olanlar nodüller asla ihmal edilmemeliler. Ülkemizde guatr hastalığına rastlanma oranı yaklaşık yüzde 40 olarak açıklandı.
İYOT EKSİKLİĞİ EN ÖNEMLİ NEDEN!
Troid bezi, gıdalardan ihtiyacı olan iyotu temin edemezse, hormon sentezleyebilmek için büyümeye başlar. Bu büyüme, neredeyse sarılı vaziyette bulunduğu nefes ve yemek borusu üzerinde ciddi bir baskı yapar. Bu da nefes darlığı ve yutkunma zorluğuna neden olur. Guatr türleri incelendiğinde, belirti ve tedavi yöntemleri değişiklik gösterir. Erken teşhis hayati öneme sahiptir. Guatrın en önemli belirtisi, boynun ön kısmında, adem elması da denilen noktanın hemen altında meydana gelen dikkat çekici şişliktir. Guatr tiplerini incelediğimizde bu şişliğin oluşmadığı durumların da var olduğunu görebiliriz. İltihap ve kanser dışı sebeplerle oluşan guatr iki ana grupta toplanabilir:
Yavaş çalışan: Halk arasında yavaş çalışan guatr olarak bilinen bu tip, hipotroidi olarak adlandırılır. Hipotroidide tiroid bezi, troksin adlı hormonu gereğinden az salgılar ve bu sebeple vücudun çalışma hızı yavaşlar. Hipotroidi görülen hastalarda karşılaşılan en önemli belirtiler; hareketlerde yavaşlama, ellerde kuruma, saç dökülmesi, ses kısıklığı, kilo alma, kabızlık, kadınlarda adet düzensizliği ve sürekli yorgun hissetme sayılabilir. Bu tip guatrda da tiroid bezi büyümesi görülebilir.
Hızlı çalışan (Zehirli guatr): Tiroid bezinin salgıladığı tiroksin hormonunun fazla sentezlenmesi durumunda ortaya çıkan bu tip; iştah artmasına rağmen hızlı kilo kaybı, sık idrara çıkma, kadınlarda seyrek adet görme, sürekli sinirlilik, ellerde titreme, nabız yüksekliği, aşırı terleme ve gözlerde büyüme gibi belirtiler gösterir. Bu tip guatrda da boğazda belirgin şişlik gözlemlenir. Zehirli guatr, bezin tamamının büyüdüğü, fazla hormon salgılayan tek bir yumrunun olduğu ve çok sayıda yumru ile karşılaşılan birbirinden farklı üç tipi içinde barındırır.
GUATR TEŞHİSİ VE TEDAVİSİ
Guatr, teşhisi oldukça kolay bir hastalık. Kan testiyle belirli hormon seviyelerinin ve varsa nodül yapısının ultrason muayenesi ile incelenmesi; teşhis için yeterli. Bunun yetmediği durumlarda, sintigrafi ve iğne biyopsisi de başvurulan yöntemler arasında yer alıyor. Bu hastalığın tedavisinde ilaçla hormon desteği en sık uygulanan tedavi yöntemidir. Doktorunuzun belirlediği dozda ilacı düzenli aldığınızda, şikayetlerinizin hemen hemen hepsinden kurtulmanız mümkün. Halk arasında en çok bilinen ve korkulan ameliyatla nodüllerin alınması; tamamen hastalığınızın geldiği nokta ve özelliklerine bağlıdır. Unutmayın ki hastalık tek, hasta çoktur. Ameliyatla tedavi yönteminin uygulanması için; kanser şüphesi, estetik görüntüyü bozan derecede şişlik, yemek ve soluk borusu üzerindeki aşırı baskı ve aşırı hormon düzensizliğine sebep olması yeterli sebepler arasındadır. Ameliyat sonrası ilaç kullanımına devam edip etmemek tamamen kişiye özel gelişen bir durumdur. Bu sebeple, konunun uzmanı tarafından takip edilmek son derece önemlidir.
AMELİYAT SONRASI SES KISILABİLİR
Günümüzde ameliyat olması gerektiği söylenen birçok guatr hastasının korkuya kapılmasındaki en önemli sebep, ses kısılması ihtimalidir. Bu ihtimal elbette vardır. Çünkü tiroid bezinin bulunduğu nokta, ses tellerine oldukça yakın bir bölgedir. Tiroid bezinin büyüme ve yayılma şekli; riskin değerlendirilmesi açısından çok önemlidir. Ancak günümüzde gelişen tıp bilimi ve ameliyat tenolojileri, bu riski yüzde 3-5 seviyelerine kadar geriletmeyi başarmıştır.
İÇ GUATRDA ŞİŞLİK GÖRÜLMEZ
Guatr, temelde hormon dengesizliği ihtiva eden bir hastalık türü olsa da hormon dengesizliğine sebep olmadan da görülebilir. Bu tip guatrın da bezin tamamının büyüdüğü, tek ya da birden çok nodül geliştiren türleri vardır. Bu tipte hormon dengesizliği söz konusu olmadığı için daha az belirti gözlemlenir ve bunların içinde sayılabilecek en önemlisi, şişliktir.
VÜCUDUNUZU DİNLEYİN
Vücudumuzdan gelen sinyalleri dinlemede maalesef çok da yetenekli bir toplum değiliz. Guatr hastaları, boğazlarında şişlik olmadığında gelen sinyalleri okumakta gecikebiliyorlar. Oysa yukarıda saydığım belirtiler, şişlikle beraber gelmek zorunda değil! Tıbbi olarak böyle bir sınıflandırma olmamakla beraber, hormon düzensizliği olduğu halde şişlik görülmeyen bu tip guatr, halk arasında iç guatr olarak tanımlanıyor.
HASTALIK TEKRAR ORTAYA ÇIKABİLİR
Bir hastalığın tekrar etme ihtimali, sahibini her zaman korkutur ve tedavi sürecine olan inancını azaltır. Ancak bu durum, tedaviye olan inancı kesinlikle eksiltmemelidir. Guatr, maalesef tekrar edebilen bir hastalıktır. İlaçla kontrol altına alınan guatr hastalığında, başlangıçta düzene giren hormon seviyeniz, tekrar bozulma gösterebilir. Bu durumda panik yapmak yerine sizi takip eden doktorunuza gitmeli ve ilaç dozunuzu yeniden ayarlatmlısınız. Hastalıkla gelen nodüller de ameliyatla alındığı halde tekrar gelişebilirler. Bu duruma genelde çok sayıda nodül geliştiren bünyelerde rastlanır. Ameliyat sonrası tiroid dokusunda nodül kalmış olması, aynı yerden yeniden büyümesine sebep olabilir.
24 Nisan 2015 Cuma
Kalp krizinin belirtilerini biliyor musunuz?
Memorial Diyarbakır Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Gökmen Bellur, kalp krizi belirtilerinin önemi hakkında bilgi verdi.
Kalp krizinde ağrının, göğüste ağrı, yanma, sıkışma şeklinde başlayıp sol kola serçe parmağına doğru inen, boyna doğru yayılan bir ağrı olduğunu belirten Uz. Dr. Bellur, bazen kalp krizinin, çok ani ve şiddetli bulgular ile başladığını ve kolayca tanı konabileceğini söyledi. Uz. Dr. Bellur, “Ancak pek çok kişide olay yavaş ve hafif bir ağrı veya rahatsızlık hissi ile başlar ve ne olduğu anlaşıldığında hasta için geç kalınmış olabilir. Ağrı hareket etmekle artar, dinlenirken azalır, fakat geçmez. Ağrı yarım saatten uzun sürer. Ağrıyla birlikte soğuk soğuk terleme ve mide bulantısı da olabilir. Bazı insanlarda belirtiler çok gizli olabilir. Özelikle ileri yaşlı hastalar, diyabet hastaları hemen hemen hiç ağrı duymayabilirler ve sadece nefes darlığı ve soğuk terleme şikayetleri ile kalp krizi geçirebilirler. Bazı hastalarda da mide ülseri veya pankreatit ağrısıyla kalp krizi ağrısı karıştırılabilir” dedi.
“KALP KRİZİ ESNASINDA SANİYELER DAHİ ÖNEMLİDİR”
Hastanın hemen aspirin alıp çiğnemesi önerisinde bulunan Uz. Dr. Bellur, “Aspirin kanı sulandırır ve kan dolaşımı kolaylaştırır. Bu belirtilerle karşı karşıya kalındığında derhal bir yere oturup dinlenilmeli ve hemen bir sağlık kuruluşuna ulaşılmalıdır. Kesinlikle yürümeye veya merdiven çıkmaya devam edilmemeli, çünkü aktiviteye devam etmek zaten oksijen alamayan kalbin oksijen talebini daha da artıracaktır. Kalp hastalıkları açısından, sigara içmek, kötü kolesterol (ldl) yüksek olması, iyi kolesterol (hdl) düşük olması, diyabet hastalığı, obezite ve sedanter yaşam, erkeklerin 45, bayanların 55 yaşının üstünde olması, tansiyon yüksekliği, kötü beslenme riskli durumlardır. Eğer babanız ya da ağabeyiniz 55, anneniz ya da ablanız 65 yaşından önce kalp krizi geçirdiyse veya kalp damarlarında tıkanıklık varsa kalp hastalığına yakalanma olasılığınızın yüksek olduğunu düşünmelisiniz. Kalp krizinden korunmanın üç temel noktası vardır, sigara bırakılmalı, daha fazla hareket edip sedanter yaşam tarzından kurtulmalı, beslenme alışkanlığına dikkat edilmelidir” dedi.
“KAN KOLESTEROLÜNÜZÜ DÜŞÜRÜN”
Kan kolesterolünün düşürülmesi gerektiğine işaret eden Uz. Dr. Bellur, “Doymuş ve trans yağları tüketmeyin, total kolesterolü 200 mg/dL’nin altına çekin. Risk düzeyinize göre, LDL kolesterolü uygun seviyelere indirin. HDL (iyi) kolesterol - erkeklerde 40 mg/dL kadınlarda 50 mg/dL veya üzeri, trigliseridler ise 150 mg/dL’den düşük olmalıdır. Kan basıncı ile <120/80 mmHg olmalıdır. Diyabetiniz varsa mutlaka kontrol ettirin. Çünkü diyabetlilerde, sıklıkla mevcut olan yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, sigara, şişmanlık ve hareketsizlik gibi risk faktörlerinedeniyle kalp damar hastalığı riski 2-4 kat artmıştır. Stresi azaltın. Stres, sigara içmenize veya fazla yemenize neden olabilir. Alkolü sınırlayın. Alkolün fazlası tansiyonu ve trigliserid düzeylerini yükseltir, kalpte ritim bozukluğuna neden olabilir. İkinci bir kalp krizini önlemek için yapılması gerekenler ise, sigara ve puro, pipo gibi tüm tütün kullanma alışkanlıklar terkedilmeli. Kalp krizi geçiren bir kişinin tütüne devam etmesi ikinci bir kriz riskini en az 2-3 kat artırır. Daha hareketli olmalısınız. Düzenli bir egzersiz programı ile stres ve depresyon azalır, kilonuzun, kolesterolünüzün ve tansiyonunuzun düşürülmesi kolaylaşır. Beslenmenize özen gösterin. Bu sayede hem daha çabuk iyileşir hem de kilonuzu kontrol altında tutar, kan kolesterol düzeyinizin ve tansiyonunuzun yükselmesini önlersiniz. Ben nasılsa ilaç kullanıyorum, bana bir şey olmaz yanılgısına asla düşmeyin, saydığımız yaşam tarzı değişiklikleri kalp sağlığı açısından en az ilaçlar kadar önemlidir” diye konuştu.