Bahardaki gece gündüz arası sıcaklık farkları hatta saatlik ısı değişiklikleriyle hastalık insan metabolizmasını savunmasız yakalayabiliyor.
Sıcaklık, nem, rüzgar gibi etkenlerin birden değişimi bağışıklık sistemini de etkiliyor. Bahar aylarındaki bu tablo depresyondan ülsere, baş ağrısından yorgunluğa kadar birçok rahatsızlığı da beraberinde getirebiliyor.
Memorial Şişli Hastanesi Dahiliye Bölümü'nden Uz. Dr. Serap Bos, ani ısı değişikliklerinde sağlıklı kalmanın yolları hakkında bilgi verdi.
HAVANIN BİR ISINIP BİR SOĞUMASI BEDENİMİZİ YORUYOR
Halsizlik, enerji azlığı, mutsuzluk, kaslarda ağrı, uykuya dalamamak ve uyanamamak bahar yorgunluğunun belirtileri arasındadır. Havadaki ani ısı, nem, basınç değişiklikleri kişiyi sinirli ve stresli bir hale getirebilir. Mevcut belirtiler aile hayatının ve iş performansının düşmesine ve kişinin hayat kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Bahar yorgunluğu zannedilen belirtilerin altından kansızlık, hipotiroidi (tiroid bezinin yeterli çalışamaması) gibi başka hastalıklar da çıkabilir. Bu nedenle belirtilerin süresi uzadığında mutlaka bir doktora gidilmelidir.
BAŞ AĞRILARI SIKLAŞABİLİYOR
Bahar aylarında vücudun çeşitli eklemlerinde ağrılar yaşanabilmektedir. Bahara uyum sağlamaya çalışan vücut daha uzun süre gün ışığına maruz kalır. Günlerin uzaması, saatlerin ileriye alınması gibi faktörler vücudun hormon dengesini değiştirerek uyku düzenini olumsuz etkiler. Uyku düzenindeki bu değişiklikler vücudun yeterince dinlenememesine ve kişinin kendisini sürekli yorgun hissetmesine ve unutkanlığa yol açar. Yoğun tempoda çalışanlar ve stresli kişilerde baş ağrıları yaşanabilir. Baş ağrısına ek olarak sırt, boyun ve omuz kaslarında ve vücudun çeşitli eklemlerinde ağrılar da ortaya çıkar.
BAHARDA DEPRESYON RİSKİNE DİKKAT!
Bahar depresyonu, mevsimsellik göstermesi dışında genel olarak diğer depresyonlara benzer belirtiler taşıyan bir hastalıktır. Kişilerin yetersiz güneş ışığı alması beyinde bazı kimyasal maddelerin düzeylerini ve dağılımlarını bozar. Bu hormonlar kişinin vücut ısısı ayarlanması ve uyku-uyanıklık düzeninde önemli rol oynarlar. Biyolojik saatin bozulması ile kişi depresyona daha açık hale gelir. Açık güneşli havalarda daha neşeli, kapalı, bulutlu havalarda cansız ve melankolik olan kişilerde çoğu zaman altta yatan mekanizma biyolojik saatteki aksamalardır.
SİNDİRİM SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI BAHARI SEVİYOR
Özellikle bahar ve yaz aylarında en sık rastlanan sorunların başında ülser, reflü ve gastrit gibi sindirim sistemi hastalıkları gelir. Bu şikayetler genellikle midede yanma, kazınma, ekşime ve gaz şeklinde kendini göstermektedir. Nem ve güneş ışığı faktörleri, ülser şikayetlerini artırmaktadır. Hazımsızlık sorunu yaşayan bazı hastalarda ise bahar aylarında daha fazla tüketilen çiğ sebze ve meyvenin bu soruna neden olduğu düşünülmektedir. Bazen bu sorunlar mide kanamasına kadar ilerleyebilmektedir. Bazı yiyeceklerin tüketilmesinden sonra mide yanması, ekşime, gaz ve şişkinlik şikayetleri daha çok gastritte ortaya çıkar. Bahar aylarında kızartmaların fazla tüketimi, asitli ve gazlı içecekler, soğuk su gibi yiyecek ve içecekler gastrit şikayetlerini artırmaktadır.
HAVALARIN ISINMASINA GÜVENMEYİN
Mevsim değişikliğine uyum sağlayamayan vücudun soğuk algınlığına yakalanma riski de bahar aylarında yüksektir. Bebekler, 65 yaşın üzerinde olan kişiler, astım hastaları, kronik akciğer hastaları, kalp ve böbrek hastalıkları olanlar ve bağışıklık sistemini zayıflatan ilaç kullanan hastalar risk gurubundadır. Dengeli beslenmek, düzenli uyku, dinlenmek, spor, her gün düzenli banyo yapmak ve sigara içmemek bağışıklık sistemini güçlendiren faktörlerdir.
29 Nisan 2015 Çarşamba
Havaların ısınmasına güvenmeyin
28 Nisan 2015 Salı
20 yaş dişleri çekilmeli mi?
Gençlik yıllarında birçok kişinin kabusu haline gelen 20 yaş dişlerinin, ağrıların yanı sıra bir dizi sıkıntıya yol açabileceği, bu durumda da çekilmesi gerektiği belirtildi.
Özel Akademi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Çene Cerrahisi Uzmanı Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, 20 yaş dişlerinin çekilmesi gereken durumları sıraladı. Aslan, 20 yaş dişlerinin çürük, kist oluşumu, çevre diş etinin iltihabı, yanak ısırma, kist oluşumu gibi durumlarda çekilmesi gerektiğini söyledi.
Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, 20 yaş dişleri geride olduğundan ve pozisyonlarının durumundan dolayı genellikle zor temizlendiğini belirterek, "Bu nedenle çok kolay çürürler. Bu dişlerin anatomik yapılarından dolayı çoğunlukla kanal tedavisi yapılamamaktadır ve çekilmektedir" dedi.
20 yaş dişlerinin düzgün pozisyonda sürmemesinden dolayı ön dişlere yaptığı basınçla bu dişlerin sıkışmasına ve zamanla yer değiştirmesine neden olduğunu kaydeden Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, "Ayrıca, 20 yaş dişlerinin eğimli konumlanması bakteri birikimine ve önündeki dişin de çürümesine neden olabilir" bilgisini verdi.
Aslan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Perikoronitis (çevre diş eti iltihabı) 20 yaş dişleri kısmen gömük kaldıkları durumlarda üstündeki diş etiyle arasında biriken bakterilerin yol açtığı bir enfeksiyon gelişebilir. Bu esnada yüzde şişme, ağız açmada zorluk, ağrı, ağız kokusu, lenf bezlerinde şişlik ve ateş gibi durumlar görülebilir."
"KİST OLUŞUMU YAPABİLİR"Yirmi yaş dişleri genelde normal pozisyonda süremediklerinden hastalarda yanak ısırması ve mukozada yaralanmaları oluşabileceğini de bildiren Özel Akademi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi uzmanlarından Çene Cerrahı Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Aslan, "Böyle durumlarda 20 yaş dişleri normal fonksiyon da görmediklerinden çekilmesi uygundur" diye konuştu.
Arslan, 20 yaş dişleri tam olarak gömülü oldukları veya kısmen gömülü oldukları durumlarda bazı hastalarda kist oluşumuna sebep olabildiklerini ve bu durumun muayene esnasında hekimin çekeceği panoramik röntgenle teşhis edilebildiğini kaydetti.
Gömülü yirmi yaş dişleri pozisyon itibariyle çoğu zaman alt çene sinirine yakın olduğunu söyleyen Aslan, "Dolayısıyla operasyonu sırasında sinir zedelenmesi oluşabilir ve çene çok uzun bir süre uyuşuk kalabilir. Bu yüzden bu operasyon mutlaka Çene Cerrahisi uzmanlarınca ve yeterli olanaklara sahip merkezlerde yapılmalıdır" dedi.
Yrd.Doç. Dr. Muzaffer Aslan, çene cerrahisi kapsamına giren uygulamalar hakkında şöyle bilgi verdi:
"Ağız içindeki gömük dişlerin çekilmesini, implant yapımını, sinüs lifting operasyonlarını, yumuşak doku ve dişlere bağlı kistik yapıların, tümörlerin cerrahi işlemler ile çıkartılmasını ve protez yapımına yardımcı olmak için ağzın sert ve yumuşak dokularında yapılan düzeltmelerinin, ağız diş ve çene cerrahisinin ilgi alanına girmektedir. Ayrıca, çene kırıkları ve kök ucu rezeksiyonları operasyonlarını da bu cerrahi dalında gerçekleştirir."
Böbrek taşının çözümü doğada
Fitoterapi Uzmanı Dr. Mustafa Eraslan, insanlığın doğuşundan beri varlığını sürdüren ve dünya üzerinde bulunan en şiddetli 3 ağrıdan bir tanesi olduğu bilinen böbrek taşı hastalığını anlattı.
Türkiye'deki böbrek taşı hastalarının yüzde 73'ünde görülen taş tipinin kalsiyum oksalat taşı olduğunu belirten Dr. Mustafa Eraslan, 'Eğer böbrek taşınız kalsiyum oksalat taşı ise altın otu (Uludağ çiçeği, sarı ot, yayla içeceği) bitkisi ile kısa zaman içerisinde çok az bir maliyetle böbrek taşından kurtulmuş olacaksınız' dedi.
2 BİN 200 YILLIK HASTALIK
Böbrek taşının insanlık tarihi ile yaşıt olduğunu söyleyen Dr. Mustafa Eraslan, altın otunun kalsiyum ve oksalat arasındaki bağları ortadan kaldırdığını ve böbrek taşlarının çok kısa zaman içinde kum şeklinde dökülmesini sağladığını vurguladı.
DR. MUSTAFA ERASLAN'DAN ALTIN OTU ÇAYI TARİFİ
Altın otunun kullanım şekli konusunda da bilgi veren Dr. Mustafa Eraslan 'Bir bardak taze kaynatılmış suyun üzerine 8-10 adet altın otu çiçeği (sapları kullanılmadan) ilave edip, ağzı metal kapak ile kapatıp 10 dakika demlenmesini bekleyip içiyoruz. Tadından dolayı içemeyenler limon tatlandırıcı bal vesaire ilave edebilirler. Sabah ve akşam bir bardak altın otu çayı böbrek taşlarınızdan kurtulmanızda son derece etkili olacaktır' dedi.
Dr. Mustafa Eraslan, bu uygulamanın doktorların uyguladıkları tedaviler yanında ek olarak kullanılmasını tavsiye ettiğinin altını çizdi.
26 Nisan 2015 Pazar
Güne yorgun başlıyorsanız dikkat!
Uzmanlar yumuşak doku romatizması (fibromiyalji) hastalarının mevsim geçişlerine dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyardı.
Dr. Aydın, yumuşak doku romatizması (fibromiyalji) hastalarının mevsim geçişlerine dikkat etmesi gerektiğini belirterek, "Yumuşak doku romatizması insanların vücudunda farklı bölgelerinde her gün olan kronik ağrılara denir. Bu insanlar her gün ağrılı bir şekilde güne başlarlar ve yataktan dayak yemiş gibi kalkarlar. Dinlemediklerini, hiçbir şekilde dinlenemediklerini, enerjilerinin olmadıklarını söylerler.
Mevsim geçişleri ve bahar ayları onların en korkulu dönemleridir. Çünkü havadaki iyon yüklenmesi, havanın değişimi onların semptomlarının daha negatifleşmesine sebep olur. Bunun da sebebi fibromiyaljinin doğasında uyku bozuklukları yer alır. Günlerin uzamasından dolayı kişiler gündüz uyku hali çekmektedirler. Kişiler uygun giyinemediklerinden dolayı halk arasında kulunç diye bilinen bizim şikayetlerinde artış görülmektedir" diye konuştu.
"Bahar ayı enerji ayı" diyen Aydın, şöyle devam etti:
"Bu kişilerde motivasyon eksikliği, enerji eksikliği vardır. Yapmak istedikleri çok şey olur ama yapacak enerjileri olmaz. O yüzden bu tarz hastalara bir takım önerilerimiz olur. Özelikle kendinizi şımartın, yorulmadan önce dinlenin. Büyük yoğunluklu egzersizliklerinizi, planlarınızın hepsini Mayıs ayına ya da diğer aylara öteleyin.
Fibromiyalji hastalarında öncelikli tedavi kişinin hayatını modifiye etmesidir. Kaliteli uyku çok önemli. Mümkün olduğu kadar sessiz, az ışıklı bir ortamda ya da dinlendirici bir ortamda uykuya dalmalarını tavsiye ederim. Yatmaya gitmeden önce ılık duş olabilir. Aktivitelerini bölerek yapmalıdırlar. Spor da buna dahil."
BU BELİRTİLERE DİKKAT!Halsizlik, dışarı çıkamama hallerinin fibromiyalji belirtisi olabileceğine dikkat çeken Aydın, "Bu insanlar etraftaki eşinden, dostlarından nazlı insan damgası yerler. Oysaki altta bizim hastalık olarak kabul ettiğimiz bir bulgu yatar. Bu kişiler sürekli ağrı çektiklerinden dolayı depresif bir mod durumuna sahip olabilirler. Yakınları tarafından daha da negatif algılanırlar. Eğer böyle bir şikayetiniz varsa öncelikli detaylı bir muayene, bir takım kan tahlilleri ile hastalığın tanısı konulur. Gerekli tedavi doktor tarafından uygun bir şekilde planlanır. Bu hastalık kalıcı ağrazlar bırakmasa da kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkilediği için iş kaybına neden olur. Etrafındakileri de bu tablo çok kötü etkilemektedir" ifadelerini kullandı.
Obezite sirozu tetikliyor
Karaciğerin, oluşan hasarlardan sonra kendisini yenileme kapasitesi en yüksek organlardan biri olduğu ilk çağlardan beri biliniyor. Ancak karaciğerin yenileme kapasitesini aşan uzun süreli hasarlarda normal karaciğer dokusunun yerine “yara dokusu (fibrozis)” oluşmaya başlıyor ve karaciğerin fibroz doku ile kaplanması sonucunda siroz gelişiyor.
Medipol Üniversitesi Hastanesi, Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. H. Yasemin Balaban, her yaşta görülebilen siroz hastalığı ile ilgili detaylara dikkat çekerek, sağlıklı bir karaciğere sahip olmak ve sirozdan korunmak için önerilerde bulundu.
GÜNÜMÜZDE ALKOLDEN ÇOK, OBEZİTEYE BAĞLI SİROZ ARTIYORProf. Dr. Balaban'a göre, yeni milenyuma kadar sirozun en sık nedeni, batı toplumlarında alkol diğer toplumlar ile Türkiye'de ise süregen (kronik) viral hepatitlerdi. Ancak yeni bin yıl ile ortaya çıkan obezite salgını nedeniyle tüm dünyada ve de ülkemizde karaciğer yağlanmasına bağlı siroz hızla birinci sıraya yükselmektedir. Daha nadir siroz nedenleri ise bağışıklık sistemi bozukluklarına bağlı gelişen otoimmun karaciğer hastalıklar, metabolik bozukluklar ve ilaçlarında dahil olduğu diğer toksinlerdir. Hastaların bir kısmında ise siroz nedeni saptanamaz ve "kriptojenik siroz" olarak sınıflandırılır.
BU BELİRTİLER VARSA DİKKAT!Erken evre siroz hastalarında karaciğer hasarı ileri olmasına rağmen halsizlik, çabuk yorulma gibi müphem şikayetler dışında klinik bulgu olmuyor. İlerlemiş siroz hastaları ise ani gelişen sarılık, karında şişme, kişilik değişikliği, mide kanaması gibi çok farklı şikayetlerle doktora başvururlar. Siroz tedavisinin temelini, altta yatan karaciğer hastalığın doğru tanısının konulması ve uygun tedavinin başlanması oluşturur. Karaciğer yetmezliği gelişen hastalar içinse karaciğer nakli tek yaşam umududur."
GENETİK FAKTÖR DE ETKİLİÖzellikle Wilson hastalığı, Hemakromatozis, Anti-tripsin eksikliği gibi metabolik karaciğer hastalıkları genetik geçiş nedeniyle ailede hasta birisinin olması birinci dereceden akrabalar için risk oluşturur. Bu nedenle tanı konulduktan sonra aileye genetik danışmanlık verilmesi gereklidir. Böyle erken tanı konulan bireylerde uygun tedavinin başlanması ile siroz gelişimi önlenebilir.
HER YAŞTA GÖRÜLEBİLİYOREsasında yenidoğan döneminden çocukluk, erişkinlik ve ileri yaşa kadar her yaşta siroz tanısı konulabilir. Diğer yandan sirozun gelişim hızı, altta yatan hasarın şiddetine ve karaciğerin kendini yenileme kapasitesine bağlı olduğundan, bazı kişilerde 3-5 yılda gelişirken, diğer kişiler 30-40 yıl gerekebilir.
BİRDEN ÇOK FAKTÖRÜN BİRARADA OLMASI SİROZ GELİŞİMİNİ HIZLANDIRIYORÖrneğin, viral hepatiti olan birinin eş zamanlı alkol kullanması fibrozis için sinerjiztik etkisi oluşturuyor. Benzer şekilde primer karaciğer yağlanması veya birden çok viral hepatit etkenin bir arada bulunması da riski artırıyor.
Genel sağlıklı yaşam kuralları sirozdan korunmak için de geçerli
- Öncelikle karaciğer yağlanmasını önlemek için obeziten kaçınılmalı ve düzenli egzersiz yapılmalı.
- Sağlıklı beslenme için diyetin kalorili ve doymuş yağ içeriği düşük olmalı, fruktozlu içeceklerden sakınılmalı ve de meyve ve sebzeden zengin beslenilmeli.
- Egzersiz, insulin direncini düşürür, cilt altında ve karaciğerdeki toplam yağ miktarını azaltır ve böylece metabolizmayı düzenler. Bu nedenle egzersiz vücut kitle indeksinden bağımsız olarak karaciğeri yağlanmadan korur ve de karaciğer yağlanması olan kişilerde ise tedavi edici özelliğe sahiptir.
- Alkol tüketiminde "karaciğer için güvenli" bir miktardan söz etmek zor. Çünkü karaciğerin alkol duyarlılığını etkileyen cinsiyet, yaş, beslenme alışkanlıkları, genetik faktörler ve eşlik eden diğer hastalıklar gibi pek çok faktör bulunuyor.
- Karaciğer hastaları doktor önerisi almadan kontrolsuz ilaç veya bitkisel destek ürünleri kullanmamalı.
- Son olarak tüm toplum için olduğu gibi siroz hastalarının da viral hepatitlerden korunmak için Hepatit A ve B viruslerine karşı aşılanması gerekli.
25 Nisan 2015 Cumartesi
Uykusuz gecede vücudumuzda neler oluyor?
Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, uykunun doğal dinlenme biçimi olduğunu belirterek, “Aslında tüm canlılar günlük işlevlerini gerçekleştirebilmek için uykuya ihtiyaç duyarlar” dedi.
"Hepimiz şu yada bu sebepten uykusuz geceler geçirmişizdir. Peki uykusuz bir gece ve sabahında bizi nasıl bir travma bekliyor?" diyen Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal, şunları kaydetti;
"Güneş battığında, beyin epifiz bezi uyku hormonu olan melatonini salgılamaya başlar. Böylece vücuda uyku vaktinin geldiği hatırlatılır. Sabah uyandığımızda ise, uyku getiren bir kimyasal madde olan adenozin salgılanmaya başlar ve gün boyunca vücutta depolanır. Yatağa girdiğimizde diğer maddeler ile beraber beynimize nüfuz ederek uykumuzun geldiğini hissettirir. Nörokimyasal bir madde olan ABA ise beyin sapını uyararak uyku emri verir. Bundan sonraki aşama ise uykudur.
Yatağa yattıktan birkaç dakika sonra günün envanterini zihnimizde almaya başlarız. Niye böyle konuştum ? neden yaptım ? peki nasıl davranmalıyım ? gibi pekçok düşünce aklımızdan geçmeye başlar . İşte zihnimizdeki ilk büyük savaş o anda başlar ve zihin strese girer. Stresin tetiklediği adrenalin kalp atışlarını, kan basıncını, vücut ısını ve nefes alıp verişini bozar. Adrenalinin kardeş stres hormonu olan kortizol de beraberinde artmaya başlar, böylece kan şekeri seviyesi yükselerek zihin açılmaya başlar. Beynin uyku ve uyanıklık merkezleri arasındaki kavga artık başlamıştır.
İkinci saatin sonunda yatakta sağa sola dönüp uyuyamamak morali iyice bozar, adrenalin-kortizol seviyesi bir miktar daha artar. Ani ve derin nefes almaya başlarız.
Yatakta geçirdiğimiz üçüncü saatin sonunda pes edip yataktan kalkarak Tv ya da bilgisayarı açtığımızda büyük bir hataya da kucak açmış oluruz. Ekrandan yayılan mavi ışık, melatoninin daha da bastırılmasına sebep olur. Beynimiz de o anda yeni günün başladığı hissine kapılır. Zihin uykudan daha çok seyredilen veya okunan şeye yöneldiği için, yatakla ilk temas ettiğimiz zamana göre daha da uyanık hale geliriz.
Beşinci saate girilirken beynin uyku merkezi bu savaşı kazanır ve bir süre uykuya dalınabilir. Ancak doğal uyku gibi yavaşça uykuya dalmak mümkün olmaz. Beyin dalgaları yüksek bir frekansta sıkışıp kaldığı için kesintili ve rahatsız bir şekilde uyunabilir.
Yedinci saatin sonunda işe gitme vakti geldiğinde yada alarm çaldığında beyin, derin uyku sürecinde girilen delta aşamasına girdiğinden, hemen uyanmak zor olur. Uyanmaya çalışılsa bile vücutta yeteri kadar adenozin yakılmadığından zihin hâlâ bulanıktır. Hızlıca kendine gelmek için bir fincan kahveye ihtiyaç duyulmasının nedeni, kafein alarak adenozini etkisiz hâle getirmektir.
Uykusuz geçen bir gece sonrası yeteri kadar dinlenilemediği için, huysuz ve diğer sabahlara göre daha sersem hissederiz. Beyninin mantık ve konsantrasyon merkezi olan ön korteks oradan oraya sürüklenmiştir. Odaklanmakta zorluk yaşar; asabi ve fevri bir hâle bürünebiliriz. Ancak her şeye rağmen bir sonraki gece doğru saatinde uyumayı başarabilirsek bu travmayı ertesi güne taşımadan o gece de bırakabiliriz."
Guatr'da erken teşhis yaşam kalitesini arttırır
İnsan vücudu, kusursuz bir sisteme sahiptir. Sistemde yer alan parçalardan biri gerektiği şekilde çalışmadığında, zamanla diğer parçalarda da bozulmalar başlar. Tiroid bezi gibi vücutta adeta ateşleyici vazife gören bir organın düzenin dışına çıkması, tüm sistemde sıkıntılara sebep olur. Nefes ve yemek borusunu adeta saran iki parçalı bir salgı bezi olan troid bezi; tiroksin, yani tiroid hormonu salgılar. Bu hormon, vücudun çalışma ritmini direkt etiler. Fazla hormon üretilmesi vücudun çalışma hızını artırır, az hormon üretilmesi ise yavaşlatır. Bu salgı bezinin kanser ve iltihaplanma dışı sebeplerle büyümesi, guatr hastalığı olarak adlandırılır. Tiroid bezinin büyümesi, beraberinde nodülleri de getirebilir. Gözlemlenen nodüllerin büyük kısmı iyi huyludur. Sadece yüzde 5'i kötü huyludur. Nodüllerin kesinlikle dikkatli takip edilmesi gerekir. İki santim üzerinde büyüyen, kireçlenme görülen ve şekil bozukluğu olanlar nodüller asla ihmal edilmemeliler. Ülkemizde guatr hastalığına rastlanma oranı yaklaşık yüzde 40 olarak açıklandı.
İYOT EKSİKLİĞİ EN ÖNEMLİ NEDEN!
Troid bezi, gıdalardan ihtiyacı olan iyotu temin edemezse, hormon sentezleyebilmek için büyümeye başlar. Bu büyüme, neredeyse sarılı vaziyette bulunduğu nefes ve yemek borusu üzerinde ciddi bir baskı yapar. Bu da nefes darlığı ve yutkunma zorluğuna neden olur. Guatr türleri incelendiğinde, belirti ve tedavi yöntemleri değişiklik gösterir. Erken teşhis hayati öneme sahiptir. Guatrın en önemli belirtisi, boynun ön kısmında, adem elması da denilen noktanın hemen altında meydana gelen dikkat çekici şişliktir. Guatr tiplerini incelediğimizde bu şişliğin oluşmadığı durumların da var olduğunu görebiliriz. İltihap ve kanser dışı sebeplerle oluşan guatr iki ana grupta toplanabilir:
Yavaş çalışan: Halk arasında yavaş çalışan guatr olarak bilinen bu tip, hipotroidi olarak adlandırılır. Hipotroidide tiroid bezi, troksin adlı hormonu gereğinden az salgılar ve bu sebeple vücudun çalışma hızı yavaşlar. Hipotroidi görülen hastalarda karşılaşılan en önemli belirtiler; hareketlerde yavaşlama, ellerde kuruma, saç dökülmesi, ses kısıklığı, kilo alma, kabızlık, kadınlarda adet düzensizliği ve sürekli yorgun hissetme sayılabilir. Bu tip guatrda da tiroid bezi büyümesi görülebilir.
Hızlı çalışan (Zehirli guatr): Tiroid bezinin salgıladığı tiroksin hormonunun fazla sentezlenmesi durumunda ortaya çıkan bu tip; iştah artmasına rağmen hızlı kilo kaybı, sık idrara çıkma, kadınlarda seyrek adet görme, sürekli sinirlilik, ellerde titreme, nabız yüksekliği, aşırı terleme ve gözlerde büyüme gibi belirtiler gösterir. Bu tip guatrda da boğazda belirgin şişlik gözlemlenir. Zehirli guatr, bezin tamamının büyüdüğü, fazla hormon salgılayan tek bir yumrunun olduğu ve çok sayıda yumru ile karşılaşılan birbirinden farklı üç tipi içinde barındırır.
GUATR TEŞHİSİ VE TEDAVİSİ
Guatr, teşhisi oldukça kolay bir hastalık. Kan testiyle belirli hormon seviyelerinin ve varsa nodül yapısının ultrason muayenesi ile incelenmesi; teşhis için yeterli. Bunun yetmediği durumlarda, sintigrafi ve iğne biyopsisi de başvurulan yöntemler arasında yer alıyor. Bu hastalığın tedavisinde ilaçla hormon desteği en sık uygulanan tedavi yöntemidir. Doktorunuzun belirlediği dozda ilacı düzenli aldığınızda, şikayetlerinizin hemen hemen hepsinden kurtulmanız mümkün. Halk arasında en çok bilinen ve korkulan ameliyatla nodüllerin alınması; tamamen hastalığınızın geldiği nokta ve özelliklerine bağlıdır. Unutmayın ki hastalık tek, hasta çoktur. Ameliyatla tedavi yönteminin uygulanması için; kanser şüphesi, estetik görüntüyü bozan derecede şişlik, yemek ve soluk borusu üzerindeki aşırı baskı ve aşırı hormon düzensizliğine sebep olması yeterli sebepler arasındadır. Ameliyat sonrası ilaç kullanımına devam edip etmemek tamamen kişiye özel gelişen bir durumdur. Bu sebeple, konunun uzmanı tarafından takip edilmek son derece önemlidir.
AMELİYAT SONRASI SES KISILABİLİR
Günümüzde ameliyat olması gerektiği söylenen birçok guatr hastasının korkuya kapılmasındaki en önemli sebep, ses kısılması ihtimalidir. Bu ihtimal elbette vardır. Çünkü tiroid bezinin bulunduğu nokta, ses tellerine oldukça yakın bir bölgedir. Tiroid bezinin büyüme ve yayılma şekli; riskin değerlendirilmesi açısından çok önemlidir. Ancak günümüzde gelişen tıp bilimi ve ameliyat tenolojileri, bu riski yüzde 3-5 seviyelerine kadar geriletmeyi başarmıştır.
İÇ GUATRDA ŞİŞLİK GÖRÜLMEZ
Guatr, temelde hormon dengesizliği ihtiva eden bir hastalık türü olsa da hormon dengesizliğine sebep olmadan da görülebilir. Bu tip guatrın da bezin tamamının büyüdüğü, tek ya da birden çok nodül geliştiren türleri vardır. Bu tipte hormon dengesizliği söz konusu olmadığı için daha az belirti gözlemlenir ve bunların içinde sayılabilecek en önemlisi, şişliktir.
VÜCUDUNUZU DİNLEYİN
Vücudumuzdan gelen sinyalleri dinlemede maalesef çok da yetenekli bir toplum değiliz. Guatr hastaları, boğazlarında şişlik olmadığında gelen sinyalleri okumakta gecikebiliyorlar. Oysa yukarıda saydığım belirtiler, şişlikle beraber gelmek zorunda değil! Tıbbi olarak böyle bir sınıflandırma olmamakla beraber, hormon düzensizliği olduğu halde şişlik görülmeyen bu tip guatr, halk arasında iç guatr olarak tanımlanıyor.
HASTALIK TEKRAR ORTAYA ÇIKABİLİR
Bir hastalığın tekrar etme ihtimali, sahibini her zaman korkutur ve tedavi sürecine olan inancını azaltır. Ancak bu durum, tedaviye olan inancı kesinlikle eksiltmemelidir. Guatr, maalesef tekrar edebilen bir hastalıktır. İlaçla kontrol altına alınan guatr hastalığında, başlangıçta düzene giren hormon seviyeniz, tekrar bozulma gösterebilir. Bu durumda panik yapmak yerine sizi takip eden doktorunuza gitmeli ve ilaç dozunuzu yeniden ayarlatmlısınız. Hastalıkla gelen nodüller de ameliyatla alındığı halde tekrar gelişebilirler. Bu duruma genelde çok sayıda nodül geliştiren bünyelerde rastlanır. Ameliyat sonrası tiroid dokusunda nodül kalmış olması, aynı yerden yeniden büyümesine sebep olabilir.
24 Nisan 2015 Cuma
Kalp krizinin belirtilerini biliyor musunuz?
Memorial Diyarbakır Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Gökmen Bellur, kalp krizi belirtilerinin önemi hakkında bilgi verdi.
Kalp krizinde ağrının, göğüste ağrı, yanma, sıkışma şeklinde başlayıp sol kola serçe parmağına doğru inen, boyna doğru yayılan bir ağrı olduğunu belirten Uz. Dr. Bellur, bazen kalp krizinin, çok ani ve şiddetli bulgular ile başladığını ve kolayca tanı konabileceğini söyledi. Uz. Dr. Bellur, “Ancak pek çok kişide olay yavaş ve hafif bir ağrı veya rahatsızlık hissi ile başlar ve ne olduğu anlaşıldığında hasta için geç kalınmış olabilir. Ağrı hareket etmekle artar, dinlenirken azalır, fakat geçmez. Ağrı yarım saatten uzun sürer. Ağrıyla birlikte soğuk soğuk terleme ve mide bulantısı da olabilir. Bazı insanlarda belirtiler çok gizli olabilir. Özelikle ileri yaşlı hastalar, diyabet hastaları hemen hemen hiç ağrı duymayabilirler ve sadece nefes darlığı ve soğuk terleme şikayetleri ile kalp krizi geçirebilirler. Bazı hastalarda da mide ülseri veya pankreatit ağrısıyla kalp krizi ağrısı karıştırılabilir” dedi.
“KALP KRİZİ ESNASINDA SANİYELER DAHİ ÖNEMLİDİR”
Hastanın hemen aspirin alıp çiğnemesi önerisinde bulunan Uz. Dr. Bellur, “Aspirin kanı sulandırır ve kan dolaşımı kolaylaştırır. Bu belirtilerle karşı karşıya kalındığında derhal bir yere oturup dinlenilmeli ve hemen bir sağlık kuruluşuna ulaşılmalıdır. Kesinlikle yürümeye veya merdiven çıkmaya devam edilmemeli, çünkü aktiviteye devam etmek zaten oksijen alamayan kalbin oksijen talebini daha da artıracaktır. Kalp hastalıkları açısından, sigara içmek, kötü kolesterol (ldl) yüksek olması, iyi kolesterol (hdl) düşük olması, diyabet hastalığı, obezite ve sedanter yaşam, erkeklerin 45, bayanların 55 yaşının üstünde olması, tansiyon yüksekliği, kötü beslenme riskli durumlardır. Eğer babanız ya da ağabeyiniz 55, anneniz ya da ablanız 65 yaşından önce kalp krizi geçirdiyse veya kalp damarlarında tıkanıklık varsa kalp hastalığına yakalanma olasılığınızın yüksek olduğunu düşünmelisiniz. Kalp krizinden korunmanın üç temel noktası vardır, sigara bırakılmalı, daha fazla hareket edip sedanter yaşam tarzından kurtulmalı, beslenme alışkanlığına dikkat edilmelidir” dedi.
“KAN KOLESTEROLÜNÜZÜ DÜŞÜRÜN”
Kan kolesterolünün düşürülmesi gerektiğine işaret eden Uz. Dr. Bellur, “Doymuş ve trans yağları tüketmeyin, total kolesterolü 200 mg/dL’nin altına çekin. Risk düzeyinize göre, LDL kolesterolü uygun seviyelere indirin. HDL (iyi) kolesterol - erkeklerde 40 mg/dL kadınlarda 50 mg/dL veya üzeri, trigliseridler ise 150 mg/dL’den düşük olmalıdır. Kan basıncı ile <120/80 mmHg olmalıdır. Diyabetiniz varsa mutlaka kontrol ettirin. Çünkü diyabetlilerde, sıklıkla mevcut olan yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, sigara, şişmanlık ve hareketsizlik gibi risk faktörlerinedeniyle kalp damar hastalığı riski 2-4 kat artmıştır. Stresi azaltın. Stres, sigara içmenize veya fazla yemenize neden olabilir. Alkolü sınırlayın. Alkolün fazlası tansiyonu ve trigliserid düzeylerini yükseltir, kalpte ritim bozukluğuna neden olabilir. İkinci bir kalp krizini önlemek için yapılması gerekenler ise, sigara ve puro, pipo gibi tüm tütün kullanma alışkanlıklar terkedilmeli. Kalp krizi geçiren bir kişinin tütüne devam etmesi ikinci bir kriz riskini en az 2-3 kat artırır. Daha hareketli olmalısınız. Düzenli bir egzersiz programı ile stres ve depresyon azalır, kilonuzun, kolesterolünüzün ve tansiyonunuzun düşürülmesi kolaylaşır. Beslenmenize özen gösterin. Bu sayede hem daha çabuk iyileşir hem de kilonuzu kontrol altında tutar, kan kolesterol düzeyinizin ve tansiyonunuzun yükselmesini önlersiniz. Ben nasılsa ilaç kullanıyorum, bana bir şey olmaz yanılgısına asla düşmeyin, saydığımız yaşam tarzı değişiklikleri kalp sağlığı açısından en az ilaçlar kadar önemlidir” diye konuştu.
22 Nisan 2015 Çarşamba
Migrene veda edin
Migren, meydana getirdiği şiddetli ağrılar nedeniyle kişinin günlük yaşantısının yanı sıra psikolojik olarak da çökmesine neden olabiliyor. Ancak bu ağrıları en hafife indirmek için size birkaç tavsiyemiz olacak.
Öncelikle migren her ne kadar bir beyin hastalığı olarak düşünülse de tamamen bedenden kaynaklanan bir hastalıktır. Migrende baş ağrısı ön plandadır. Bu nedenle sadece bir baş ağrısı olarak bile algılanabilir ama tüm bedeni ilgilendiren bulantı, kusma, ishal, terleme, yorgunluk benzeri şikâyetler çoğunlukla baş ağrısına eşlik eder. Huzursuzluk, sinirlilik, koku, ses, ışık gibi uyaranlara aşırı hassasiyet genel belirtilerdir. Yarım ya da tam görememe, konuşma güçlüğü, uyuşukluktan yarı felce kadar değişen güçsüzlük, dengesizlik, baş dönmesi ve nadiren bayılma gibi fokal nörolojik bulgular da gelişebilir. Tüm migren belirtilerinin temel özelliği geçici olmalarıdır. Kalıcı hasar oluşturmazlar.
Migren ağrısından kurtulmak için izleyeceğiniz birkaç yöntem sizi rahatlatacaktı.
Migren ağrılarınız sırasında kusma yaşıyorsanız ve fazla miktarda kahve tüketiyorsanız vücudunuz susuz kalacaktır. Suya ihtiyacı olan vücudun susuz kalması durumunda migren ağrıları tetiklenir veya halihazırda var olan migren ağrınız geçmek yerine şiddetlenir. Bol miktarda su içmeyi ihmal etmeyin.
Ceviz, susam ve kabak gibi yiyecekleri düzenli tükettiğiniz zaman vücudunuzun serotonin dengesi korunacaktır.
Zencefil ve acı biber tüketerek ağrınızı hafifletebilirsiniz. Acı sayesinde ağrı eşiğiniz yükselecek ve migren ağrınızı hissetmemeye başlayacaksınız.
Nane yağıyla başınıza masaj yaptırın. Kokusu sizi rahatlatacak ve gevşetecektir. Masajı yaparken dairesel hareketlerle ovuşturmaya özen gösterin. Hiç ışık girmeyen ve havadar bir odada sessizliğe önem vererek uyumaya çalışın. Uyuduğunuzda vücudunuzun dinlenmesiyle ağrınız hafifleyecek ve geçecektir.
21 Nisan 2015 Salı
Organları bağış bekleyen 3 hastaya umut oldu
Antalya 'da bir özel hastanede görev yapan Op.Dr. Yücel Yüksel ve Ekibi tarafından alınan Organlar, nakil için Antalya'ya götürüldü.
Burdur Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğine Bağlı Burdur Devlet Hastanesi Yoğun Bakım servisinde tedavi görmekte iken beyin ölümü gerçekleşen Hamdi Gökçimen'in organları bağış bekleyen 3 hastaya umut oldu. Gölhisar ilçesinde ikamet eden Gökçimen yaklaşık iki hafta önce hastaneye getirilerek yoğun bakımda tedavi altına alınmıştı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Burdur Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Op.Dr. Reha Sermed Aygören, hastamızdan alınan organlar Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde ve Antalya'da bir özel hastanede organ bekleyen üç hastaya başarılı bir şekilde nakledilmiştir ve üç hastamızın da genel sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenilmiştir. Süreci hassasiyetle takip ederek organların bağışlanması konusunda aile ile iletişime geçip, büyük çaba harcayan Hastane Yöneticimiz Op.Dr. Serhat Korkmaz başta olmak üzere, Organ Nakli Koordinatörü Başhekim Yardımcımız Dr. Mustafa Güngör ve birim sorumlusu Aysel Karaçam'a, Op.Dr. Yüksel ve ekibine teşekkür ediyorum. Ayrıca Gökçimen ailesine de baş sağlığı dileyerek, göstermiş oldukları bu duyarlı davranıştan dolayı teşekkür etmek istiyorum. Gölhisar ilçemizin de bu konuda son zamanlarda göstermiş olduğu hassasiyet organ bekleyen hastalar için umut olmaya devam ediyor. İlçemizden kısa süre içerisinde 4'üncü organ bağışını alıyoruz. Biliyoruz ki bağışlanan her organ filizlenen bir can demektir.
Masum görünen takıntılarınız hastalık olmasın!
Psikiyatri Uzmanı Dr. Aysun Genç Dişligil ; hastaları, geç kalmadan uzman desteği almaları konusunda uyarıyor.
Biz istemeden aklımıza tekrar tekrar gelen, sıkıntı veren ve aklımızdan çıkartmakta zorlandığımız düşüncelere saplantı, takıntı (obsesyon) denir.
* Mikrop veya pis bir şey ( idrar dışkı sperm gibi) bulaşması takıntısı
* Kişinin kendine veya başkasına zarar vermekten korkması
* Bir şeyi yapıp yapmadığıyla ilgili emin olamama (kapıyı kilitleyip kilitlemediğinden, ütüyü prizden çekip çekmediğinden emin olamama)
* Cinsellikle ilgili saplantılar ( kişinin çocuklarıyla, ebeveynleriyle cinsel ilişkiye girdiği düşünceleri ve imgeleri, eşcinsel olmakla ilgili korkuları içeren düşünceler)
* Eşyaların ve nesnelerin belli bir düzen ve konumda olması saplantısı
* Günah sayılan düşüncelerin akla gelmesi
* Kanser, AIDS, kuduz gibi hayatı tehdit eden bir hastalığa yakalanma saplantısı
Zorlantı; ise çoğu kez takıntılı düşünceleri kovmak için yaptığımız irademiz dışı yinelen hareketlerdir.
* Yineleyen tarzda el yıkama, banyo yapma, sürekli evi, eşyaları temizleme, saatlerce bulaşık ve çamaşır yıkama.
* Güvenliği sağlamakla ilişkili olarak (ütünün prizde unutulup unutulmadığını) defalarca kontrol etmek
* Bir denge ve simetri sağlamak üzere eşyaları belli bir düzen içinde tutmaya çalışmak
* Bir takım davranışların belli bir tarzda ve sayıda yinelenmesi
* otomobil plakalarını, evlerin numaralarını vb. saymak
* Kişinin kendini belli nesnelere dokunmak zorunda hissetmesi
* Birçok şeyi gereksinim duymadığı halde satın alma, sahip olunan hiçbir şeyi atamama.
Temiz olduğunu bildiği herhangi bir şeye dokunduğunda elinin kirlendiğini düşünerek (takıntı) kişinin birçok kez el yıkama zorunluluğunu hissetmesi birçok kez elini yıkaması zorlantı örneğidir.
Bir diğer örnek ; Abdest alırken gelen Tanrı'ya küfür düşünceleri (takıntı) yüzünden kişinin abdestini bir çok kez yeni baştan almak zorunda kalması olabilir.
Kişi takıntıların aklına gelmemesi ya da zorlantılı hareketleri yapmamak için kendini zorlar. Fakat zorladıkça istenmeyen düşünceler gene gelir. İstenmeyen hareketler tekrar tekrar yapılır.
Saplantı- zorlantı hastalığı (OKB) genellikle genç yaşta başlar. Büyük çoğunlukla ortalama başlama yaşı 18-25 yaşları arasındadır. Erken dönem çocukluk yaşlarında bile görülebilir. Zaman zaman orta yaşlarda, hatta yaşlılıkta başladığı görülmektedir.
Hastalığı'n her 100 kişiden 2-3'ünde görüldüğü saptanmıştır. Erişkinlerde cinsiyet farkı hemen hemen görülmezken; ergenler arasında erkek hastalar biraz daha fazladır.
Hastaların çoğunda belirtiler hafif olduğundan doktora gitmezler ve rahatsız oldukları belli olmaz. Bir kısmı hastalıklarını gizlerler, kimseye belli etmek istemezler. Fakat kendi evleri içinde açıkça bellidir. Bazıları da yıllarca süren hastalığı benimsemişlerdir.
Saplantı- zorlantı bozukluğu gösteren hastalarda, majör depresyon sık görülmektedir. Çoğunlukla saplantı ve zorlantılar bir arada bulunmakla birlikte, bazı kişilerde sadece saplantı bazılarında sadece zorlantılar görülebilir. Hastalık insanların kendilerine sıkıntı vermesinin yanında çalışma, sosyal ve aile hayatlarında da ciddi sıkıntılar yaşamasına neden olabilmektedir.
Nedenleri Nelerdir ?
Beyin işlevlerinde bozulma; Beynimizin çalışmasında yer alan sinir hücrelerinin arasındaki iletişimi sağlayan kimyasallardan serotonin maddesinin işlevinde bozukluktan dolayı olabileceği gösterilmiştir.
Kalıtım Faktörü ; 1. Derece akrabalarında yüzde 20-25 sıklığında görülmesi, ailesel yatkınlığın olabileceğini düşündürmektedir.
Hazırlayıcı etkenler;
Hastaların yaklaşık yarısında belirtiler; bir yakının ölümü, gebelik gibi stresli bir olaydan sonra birden başlayabilmektedir. Ayrıca çocukluk çağı travmalarına maruz kalanlarda ileri yaşamlarında önemli bir stresle ardından OKB ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin hastalık gelişiminde rol oynadığını göstermektedir.
Tedavi; Günümüzde OKB'li hastaların çoğu ilaç ve davranış tedavilerinden yararlanmaktadır. Özellikle serotonin sistemi üzerine etkili ilaçlar tedavide faydalı olmaktadır.
Yaz aylarında diş hassasiyetine dikkat!
Havanın sıcak olduğu günlerde, asitli ve soğuk içecekler diş hassasiyeti yaşayanlarda sızıya neden oluyor.
"Diş hassasiyeti yaz mevsiminde diş hekimine en sık başvurma nedenlerinden biridir" diyen İstanbul Aydın Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Periodontoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burcu Karaduman, diş hassasiyetinin birçok sebebinin bulunabileceğini belirtti. Yrd. Doç. Dr Burcu Karaduman, "Diş hassasiyeti genellikle, diş eti hastalıkları veya diş eti çekilmesi nedeniyle diş köküne yakın olan bölgelerde oluşur. Diş eti çekildiği zaman açığa çıkan kök yüzeyinde dişimizin koruyucu tabakası olan mine bulunmaz, dolayısıyla dişler soğuk uyaranlara karşı hassas hale gelir. Yanlış ve sert şekilde dişleri fırçalamak veya aşındırıcı diş macunları kullanmak diş minesine zarar vererek alttaki hassas dokunun yani dentinin açığa çıkmasına neden olabilir. Benzer şekilde asitli yiyeceklerin ve içeceklerin aşırı tüketilmesi de diş yüzeyinde erimeye neden olarak, dentin tabakasını ortaya çıkartabilir. Diş hekiminiz muayene ile hassasiyetin sebebini belirleyerek, dişin eksilen tabakalarının yerine dolgu yapabilir ayrıca diş eti hastalığını tedavi edebilmek için diş eti çekilmenizi kapatmaya yönelik cerrahi müdahaleler önerebilir" dedi.
Yrd. Doç. Dr. Burcu Karaduman, hatalı dolgular, diş çürükleri, dişlerde aşınmalar ve çatlakların da hassasiyete neden olabileceğini, böyle durumlarda diş hekiminin en uygun tedaviyi belirleyeceğini sözlerine eklerken, bazı durumlarda hassasiyet giderici özel vernikler, hassasiyet giderici diş macunu veya gargara kullanımının da gerekli olabileceğini ifade etti.
"Eğer dişlerinizde hassasiyet varsa, diş fırçalamak kâbusa dönüşebilir. Ancak dişleriniz ağrıdığı için daha az fırçalamanız halinde, daha fazla dişeti hastalığı ve diş çürüğü oluşma riski artacaktır" diyen Yrd. Doç. Dr. Burcu Karaduman, dişlerinizde hassasiyet belirtisi oluştuğu anda, uzman bir diş hekimine görünmenin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.
20 Nisan 2015 Pazartesi
Uzmanlardan aşı uyarısı
Uzmanlar, çocukların 13 hastalıktan aşı sayesinde kurtulduklarını belirterek, ailelere çocuklarının aşılarını yaptırmaları uyarısında bulundu.
Bartın Halk Sağlığı Müdürü Doktor Ahmet Demir, çocukların 13 hastalıktan aşı ile korunabildiklerini açıkladı. Yapılan aşılar sayesinde her yıl, 40-50 bin arası bebeğin ölümünün engellendiğini kaydeden Demir, ailelerden aşı konusunda dikkatli olmalarını istedi. Yıllara göre yapılan aşı uygulamaları ile ilgili bilgiler de veren Demir, '2005 yılı sonuna kadar 7 hastalığa (Difteri, Boğmaca, Tetanoz, Çocuk felci, Kızamık, Hepatit-B, Verem), 2006 yılında bütün sağlık kuruluşlarında Hib (Menenjit), Kızamıkçık, Kabakulak aşıları, 2008 yılı başından itibaren DaBT-İPA-Hib aşıları tek enjektör içinde uygulamaya başlanmış, böylece 5 hastalığa karşı aşılama yapılması sağlanmıştır. Kasım 2008 tarihinden itibaren ise; Mayıs 2008 doğumlu çocuklardan başlamak üzere; Konjuge Pnömokok (KPA) aşısı (Zatürre) takvime eklenmiş ve aşı ile korunabilen hastalık sayısı 11'e yükselmiştir. 2010 yılında ise İlköğretim 1.sınıfta uygulanmak üzere aşı takvimine DaBT-İPA (dörtlü karma) aşısı eklenmiş, nisan 2011 tarihinden itibaren 7 bileşenli aşı yerine 13 bileşenli Zatürre aşısı uygulanmaya başlayarak daha geniş koruyuculuk sağlanmıştır' dedi.
"40-50 BİN ÇOCUK ÖLÜMÜ ÖNLENİYOR"Hastalıklardan korunmada anne ve babaya büyük görev düştüğünü anlatan Demir, '2012 yılında Hepatit-A aşısı 1 Mart 2011'den itibaren doğanlara, 2013 yılında da Suçiçeği aşısının 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren doğanlara uygulanmak üzere takvime eklenmesiyle aşısı yapılan ve aşı ile korunabilen hastalık sayısı 13'e yükselmiştir. Sayın anne ve babalar, aşı sayesinde ülkemizde her yıl yaklaşık 40-50 bin bebeğimizin aşı ile korunabilir hastalıklardan ölümü engellenmektedir. Dünyanın çiçek hastalığından arındırılması gibi başta kızamık olmak üzere diğer hastalıklardan da arındırılması ülkemizin ve dünyanın en önemli sağlık hedefleri arasındadır. Bu ancak siz anne ve babaların desteği ile gerçekleşebilir' diye konuştu.
'SORUMLULUKLARIMIZI YERİNE GETİRELİM'Aşısı yapılmayan çocukların sağlık kuruluşlarına getirilmelerini de isteyen Demir, şöyle devam etti:
''Her şeyin Başı Sağlık, Sağlığın Başı Aşı' gerçeğinden hareketle üzerimize düşen sorumluluklarımızı yerine getirelim. En yakın sağlık kuruluşu ve aile sağlığı merkezlerimizde ücretsiz verilen aşılama hizmetlerinden faydalanalım. 'Aşılı Çocuk, Sağlıklı Çocuk' ilkesinden yola çıkarak aşılamanın önemini her fırsatta vurgulayalım, çocuklarımızın aşılanmasını sağlayalım, Aşılanma her çocuğun hakkıdır. Aşılanma şansını kaçıranlar var ise aşılanmaları için en kısa zamanda sağlık kuruluşuna gönderelim. Aşısız ve eksik aşılı bebeklerimizi aşılarını olmaya bekliyoruz.'
Grip sandı Guillain-Barre Sendromu çıktı
Trabzon'da grip belirtileri nedeniyle hastaneye giden ve hastalık nedeniyle yürüyemez hale gelen 70 yaşındaki Kemal Çolakoğlu, yüz binde bir kişide görülen Guillain-Barre sendromuna yakalandığını öğrendi.
Soğuk algınlığı geçirdikten sonra yürüyemez hale geldiğini anlatan Kemal Çolakoğlu, "Yaklaşık 20 gün önce soğuk algınlığı ile birlikte girip oldum. Birkaç gün evde yattım. Ihlamur, nane limon derken biraz iyileştim. Ancak 2-3 gün sonra tekrar bir üşüme ve titremeyle bir kaç gün daha yattım. Daha sonra baktım iyileşmeyeceğim çocuklarım beni hastaneye getirdi.
Buraya gelmeden önce yürüme zorluğu çekiyordum. İki kişiyle zor da olsa yürüyebiliyordum. Ayaklarımda derman yoktu, el ve ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Yürüme zorluğu çekiyordum. Tekerlekli sandalye ile buraya geldim. Şu anda iyiyim. Rahatlıkla yürüyebiliyorum. Önceleri başkalarının desteğiyle yürüyordum şimdi hastaneye yalnız başıma gelebiliyorum" ifadelerini kullandı.
Medicalpark Trabzon Hastanesi'nde görevli Fizyoterapist Adem Çelik ise hastanın kendilerine Guillain-Barre Sendromu belirtileri ile geldiğini ve el ve ayaklarında kuvvet kaybı bulunduğunu söyledi.
Çelik "Guillain-Barre sendromu, ateşli bir hastalık. Dolayısıyla enfeksiyona bağlı olarak gelişen çevresel sinirlerin tutumu sonucu el ve ayaklarında kuvvet kaybı söz konusu. Yüz bin kişide bir kişide görülebilen bu hastalığın rehabilitasyonu özeldir. Yani pratik olarak çok karşılaştığımız rehabilitasyonlardan değildir. Hastamız bize 1 ay önce tekerlekli sandalye ile geldi. El ve ayaklarını hiç hissetmiyordu. Önce duyu eğitimi yaptık. Daha sonra hastamıza farklı uygulamaları yaparak ayağa kalkmasını sağladık. Hastamız şu an denge üzerinde çalışıyor, cihaz kullanmadan bağımsız olarak yürüyebiliyor. Bastonu zaten bırakmıştı. 10 gün sonra da taburcu olacak" dedi.
Çelik, yaklaşık 25 yıllık meslek hayatında gördüğü 15. vaka olduğunu belirterek, "Bu nadir görülen bir hastalıktır. Karadeniz'de ilk kez karşılaştım. Hastamız gribal enfeksiyon sonucu 3 gün yatağa bağımlı kaldı. Gerekli tedavilerinin ardından fizik tedavi alması kaydıyla taburcu edildikten sonra bize geldi. Biz hemen kendisini programa aldık. Çünkü bu tür hastalarda ne kadar erken rehabilitasyona başlarsanız o kadar büyük avantaj olur" diye konuştu.
Erimiş üst çene kemiğine zigoma implantı yapılıyor
Aşırı derecede erimiş üst çene kemiği olan hastalarda protez diş yapılması ve implant yerleştirilmesi hem cerrahlar, hem de protez uzmanları için zorluklar sunmaktadır. Üst çene kemiği erimiş hastalarda eğer yalnızca geleneksel implantlar kullanılacaksa, implant uygulanacak bölgeye implant yerleştirmeden önce çoğu zaman kemik grefti uygulaması gerekebilmektedir. Bu prosedür, genellikle sinus tabanının yükseltilmesini ve kemik greftlerinin uygulanmasını içerir. Bu uygulamalarda, tedavinin zahmetli ve zor olması, uzun süren tedavi süresi, masraflar ve potansiyel komplikasyonlar önemli hususlardır. Bunlar da hastaların tedaviden uzaklaşmalarına sebep olan önemli faktörlerdir.
ERİMİŞ ÜST ÇENE KAYIPLARINDA
Zigoma (elmacık kemiği) implantları ile sıklıkla kemik greftleme yöntemlerinden kaçınılır ve hastalar tedavi süresince geçici bir protez kullanmaya devam edebilirler. Zigomatik implantlar uygun kullanıldığı zaman erimiş üst çene kemiğine sahip pek çok hasta için alternatif bir tedavi seçeneği sağlamaktadır. Üst çene kemiğine uygulanan geleneksel implantların başarısı kemik miktarına ve kalitesine göre tartışmalı olabilmektedir. Özellikle üst çene kemiği şiddetli derecede erimiş hastalarda veya tümörlerden dolayı üst çene kemiğinin bir kısmı veya tamamı alınmış hastalarda, zigomatik implantlar son yıllarda kapsamlı cerrahi prosedürler yerine uygulanan bir alternatif olmuştur. Uzunlukları 45 mm'den 55 mm'ye kadar olan bu implantların ana desteği, elmacık kemiğine yapılan fiksasyon tarafından sağlanmaktadır.
KLİNİK DEĞERLENDİRME
Günümüzde zigomatik implantlar ile birlikte uygulanan ilave implantlar sayesinde üst çeneye uygulanan protezlerin stabilizasyonu sağlanır. Fakat bu uygulamanın yapılabilmesi için üst çene ön bölgedeki kemik miktarının iki, tercihen dört adet geleneksel implantın yerleştirilmesine olanak sağlaması gerekmektedir. Ayrıca hastaların sinüslerinde enfeksiyon olmaması ve implantların yerleştirileceği alanda kabul edilebilir miktarda yumuşak doku bulunması gerekmektedir. Hastaların tedavi planlaması, implantların yerleştirilmesinden önce yapılmalıdır. Hastanın tıbbi ve fiziki durumu iki saatlik cerrahi prosedürü ve genel anestezi veya derin sedasyonu tolere edebilir düzeyde olmalıdır. Hastanın ağız açıklığı, 30 mm ile 52.5 mm uzunluğundaki zigomatik implantların yerleştirilmesine imkan tanımalıdır.
CERRAHİ PROTOKOL
Zigomatik implant cerrahisi en iyi derin sedasyon veya genel anestezi altında gerçekleştirilir. Zigoma implantlarının yerleştirilmesini takiben kesilen dişeti dikilir. Üst protezde implantların yapıldığı bölgeler bollaştırılır ve protezin içerisine doku pomadları uygulanır. Hastalar bu şekilde eski protezlerini altı aylık iyileşme periyodu süresince kullanırlar. İkinci basamakta implantlar bir metal bar ile birbirine bağlanır. Dört ila altı hafta sonra, yumuşak dokuların iyileşmesini takiben ölçüler alınır ve daimi protezin yapımına geçilir. Zigoma implantı yerleştirilen hastaların bakımı, birinci aşama cerrahi işlemlerin bitirilmesinden tam bir iyileşme fazı oluncaya kadar süren bir işlemdir. Hastaların protezlerinin tutuculuğunda veya çiğneme yeteneklerindeki değişimler gibi bir takım önemli fonksiyonlarda sınırlamalar görülebilir fakat tüm bu süreç boyunca hastalar proteze sahip olduklarından ötürü bu prosedür, protez kullanmayı engelleyen kemik greftleme prosedürlerine göre daha cazip görülmektedir.
PROTEZİN YAPIMI
Son ölçü alma işlemleri uygun bir iyileşme periodunu takiben genellikle üç ile dört hafta sonra yapılabilir. Bu aşamanın prosedürü de implantlarda sabit köprü yapımında olduğu gibi bir yol izler. Laboratuvar işlemlerini takiben dişli provalar yapılır ve hastanın estetik açıdan onay vermesi beklenir. Pek çok araştırmacının bildirdiği klinik çalışmalara göre, zigomatik implantların başarısının yüzde 82 ile yüzde 100 arasında değiştiği bildirilmektedir. Sonuç olarak, zigomatik implantlar ile ilgili yapılmış olan çalışmaların ışığında zigomatik implantların, ileri derecede erimiş üst çene kemiğinde ve tümör operasyonu sonucu parsiyel üst çene kaybı olmuş hastalarda fonksiyon, fonasyon ve estetiğin tekrar kazanılması amacıyla başarıyla uygulanabileceğini söyleyebiliriz.
ELMACIK KEMİĞİ İMPLANTIN TUTUNMASI İÇİN MÜKEMMELDİR
Zigoma implantlarında cerrahi protokol; yüksek kabiliyetli cerrah veya kapsamlı navigasyon tekniklerini gerektirmektedir. Bu özel tipteki implantlar için ana endikasyonlar şöyledir:
Tümörleri takiben yapılan maksillektomiler (üst çene kemiğinin alınması),
Kemik greftleri ile üst çenede kemik sağlama uygulamalarındaki başarısızlıklar,
Kemik greftleri ile üst çenede kemik sağlama uygulamalarından kaçınmak amaçlıdır. Elmacık kemiği, implantların tutunması ve proteze desteklik sağlaması açısından mükemmel bir bölgedir. Çoğu anatomik çalışma bu durumu onaylamıştır. Araştırmacılar kabul etmiştir ki; elmacık kemiğinin kalitesi üst çenenin arka bölgesindeki kemik kalitesine göre daha üstündür. Bu da uygulanan implantın kemiğe daha kuvvetli tutunmasını sağlar.
İKİNCİ İMPLANT GEREKEBİLİR
Zigomatik implantlar ile tedavilerde en önemli komplikasyonlar implantların kaybedilmesidir. Bugüne kadar olan deneyimler göstermiştir ki, bunun ortaya çıkması seyrek olarak meydana gelmektedir fakat tedavi planlaması üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir. Zigoma implantının kaybında; arka bölgeden destek almada ciddi sorunlar yaşanabilir, diğer implantalara aşırı kuvvetler yüklenebilir. Sonuç olarak, ortaya çıkan dengesizliğin düzeltilmesi için aynı bölgeye ikinci bir implantın tekrar yerleştirilmesi gerekmektedir.
18 Nisan 2015 Cumartesi
B12 eksikliği çocukların başarısını etkiliyor
Çocuklarda gelişme geriliğine neden olan B12 eksikliği uzun süre davam ettiği zamanlarda çocukların okul başarılarının da düşmesine neden oluyor.
Çocukların B12 vitamini eksikliği, öğrenme güçlüğünden okul başarısını düşmesine kadar birçok alanda çocukları kötü etkiliyor. Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Teoman Soysal, suda çözünen ve tipik rengi nedeniyle "kırmızı vitamin" adı da verilen B12 vitamini eksikliğinin vücuttaki tüm hücre, doku ve organları etkileyebildiğini söylüyor.
Vejetaryenler B12 alamıyor
Hayvansal gıdalardan alınan B12 vitaminini birçok kişi, ekonomik nedenler ya da vejetaryen diyetlerin nedeniyle alamıyor. B12 eksikliğinin tipik bulguları arasında yorgunluk, konsantrasyon ve öğrenme güçlüğünün yanı sıra unutkanlık, halsizlik gibi şikayetlerin yer aldığını dile getiren Prof. Dr. Soysal, “Kabızlık, iştahsızlık, denge sağlamada güçsüzlük, depresyon, bellekte zayıflama ve kilo kaybı da vitaminin eksikliği göstergeleridir. B12 eksikliği, sinir uçlarını etkileyerek el ve ayaklarda uyuşukluk ve karıncalanmaya neden olabilir. Olguların yüzde 25'inde sadece nörolojik bulgular vardır ve kansızlık tabloya eşlik etmeyebilir” diye konuştu.
Depresyona da neden oluyor
Başlıca nörolojik bulguların el ve ayaklarda uyuşma, bellek zayıflığı, kişilik değişiklikleri, depresyon, sinirlilik, yürüme güçlüğü, nadiren halüsinasyon ya da manik davranışlar olarak özetlenebileceğinin hatırlatan Prof. Dr. Soysal “Özellikle çocuklarda B12 eksikliği uzun süre devam ettiğinde gelişme geriliklerine neden olabilmekte ve öğrencilerin okul başarısında düşme görülebilmektedir. Çünkü, konsantrasyon ve öğrenme güçlüğüne yol açmaktadır. Vitaminin eksikliği ağrılı dil, saçlarda dökülme ve ciltte koyulaşmaya neden olabilir" dedi.
Neden kan grubumuzu bilmeliyiz?
Toplumda en sık görülen kan grubunun ne olduğunu biliyor musunuz? Peki, kan grubunuzu bilmenin hayati önem taşıdığının farkında mısınız?
Birçok kişi, kan grubunun ne olduğunu pek bilmez. Ancak uzmanlar, kan grubunuzun ne olduğunu bilmenin önemli olduğunu belirterek, yanlış kan grubundan kan verilmesinin ölümcül sonuçlar doğuracağını belirtiyor.
Kan grubunun ebeveynlerden genetik olarak aktarıldığını hatırlatan Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. N. Yasemin Ardıçoğlu Akışın, ABO sistemine göre 4 kan grubu olduğunu belirterek, “Bunlar, A, B, AB ve O’dır. Sahip olunan kan grupları kandaki antijen ve antikorların varlığı veya yokluğu ile belirlenir. Sahip olunan antijenin tipi, kan grubunuzun ne olduğunu söyler. Örneğin; eğer kırmızı kan hücrelerinizin üzerinde A antijenleri varsa, kan grubunuz A’dır. Eğer hem A hem de B antijenleri bulunuyorsa kan grubunuz AB’dir. Eğer hücre yüzeyinde hiç bir antijen yoksa kan grubunuz O’dır” diye konuştu.
Rh faktörü nedir?
ABO sisteminin yanında kan gruplarının Rh faktör varlığı veya yokluğuna göre de belirlendiğini dile getiren Dr. Akışın, şunları söyledi:
“Rh faktörü de kırmızı kan hücrelerinin yüzeyinde bulunan bir proteindir. Eğer kanında bu faktör bulunuyorsa kişi, Rh Pozitif, bulunmuyorsa Rh Negatif kan grubuna sahiptir. Örneğin; A kan grubuna sahipseniz ve Rh faktörü negatif ise kan grubunuz A Rh Negatif, B kan grubuna sahipseniz ve Rh faktörü pozitif ise kan grubunuz B Rh Pozitif’tir.”
En sık görülen kan grubu A Rh Pozitif
Toplumda en sık görülen kan grubunun A Rh Pozitif olduğunu belirten Dr. Akışın, en nadir görülenin AB Rh Negatif olduğunu, insanların yaklaşık olarak yüzde 85′ inin Rh Pozitif, yüzde 15′ inin ise Rh Negatif olduğunu söyledi. Kan grubumuzu bilmenizin en önemli nedeninin, kişiye kan verilmesi gerektiği durumlarda ortaya çıktığını dile getiren Dr. Akışın, “Kan grubunuzu bilmek, yanlış kan grubundan kan verilmesi riskini önlemek adına önemlidir. Eğer size farklı kan grubundan bir kan verilirse, bu durum işlem sırasında kan hücrelerinin kümeleşmesine neden olabilir ve ölümcül sonuçlar doğurabilir” diye konuştu.
Kan grubunu bilmek gebeler için önemli
Kan grubunun bilinmesinin gebeler için önemli olduğu uyarısında da bulunan Dr. Arşın, şunları söyledi:
“Anne ve bebek arasında kan gruplarındaki farklılıklardan kaynaklanan uyuşmazlıklar meydana gelebilir. Rh negatif olan bir kadın Rh pozitif bir bebeğe gebe ise Rh uyuşmazlığı meydana gelebilir. Eğer Rh pozitif bebeğin kanı annenin kanına karışırsa, Rh sensitizasyonu denilen durum ortaya çıkar. Anne kanında bebeğin kanına karşı antikor üretimi başlar. Oluşan antikorlar mevcut gebelik sırasında bebeğe zararlı olmazlar ama annenin daha sonraki Rh pozitif gebeliklerinde bebek için ölümcül sonuçlar doğurabilirler. Bu riski azaltmak için her zaman gebeliğin erken döneminde annenin kan grubuna bakılmalıdır. Anne ve baba adaylarının çocuk sahibi olmadan kan gruplarının biliniyor olması karşılaşılabilecek bu uyuşmazlıklar için önceden uyarıcı olmaktadır.”
Kan Grubu Kartı taşıyın
Herkesin acil durumlarda kana ihtiyacı olabileceği hatırlatmasını yapan Dr. Arşın, bu tür durumlar için ’Kan Grubu Kartı’nın yanında taşınmasının zaman kazandıracağını belirterek, bir hastane veya kan merkezine başvurarak bu kartın alınabileceğini söyledi.
17 Nisan 2015 Cuma
Kirpik dibi iltihabını ciddiye alın
Düzenli göz muayenesi ve hijyene dikkat ederek korunulabilecek olan kirpik dibi iltihabı ciddiye alınmazsa önemli sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Kirpik dibi iltihabı, özellikle antidepresan ve kortizonlu ilaç kullanan hastaların göz sağlığını tehdit ediyor. Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan, düzenli göz muayenesi ve hijyenin bu hastalıktan korunmanın temel formülü olduğuna dikkat çekti.
Göz kapağının nemli ve yağlı yapısı, normal şartlarda zararsız birtakım bakterilerin bu ortamda yaşamasına olanak sağlıyor. Ancak antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastalarda göz kuruluğuna bağlı olarak kirpik dibi iltihabı (Blefaritin) oluşabiliyor. Tedavi edilmediği takdirde enfeksiyon yayılarak ciddi göz rahatsızlıklarına ve kirpiklerin dökülmesine varan olumsuz sonuçlara neden olabiliyor. Blefaritin tedavisinde, bebek şampuanı ile kirpik diplerinin temizlenerek sıcak su ile durulanması, antibiyotikli ve kortizonlu damlalar, suni gözyaşı damlaları ve antibiyotikli haplar kullanılıyor.
Antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastalar dikkat!..
Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan, antidepresan ve kortizon türü ilaç kullanan hastaların, kirpik dibi iltihabı riski altında olduğuna dikkat çekti. Hastalıktan korunmak için düzenli göz muayenesinden geçilmesinin önemli olduğunu ifade eden Oğuzhan, “Özellikle yağlı cilde sahip kişilerde kirpik diplerinde gözyaşının üretilmesini sağlayan bezlerin ağızlarının tıkanması kaynaklı göz kapağında şişlikler oluşabiliyor. Düzenli kontroller ile hastalığa erken müdahele edilerek oluşabilecek kirpik dibi iltihabının önüne geçilebiliyor”dedi.
Normal şartlarda gözkapağının normal yapısının zararsız bazı bakterilerin yaşamasına olanak sağlayabildiğini belirten Op. Dr. Hasan Oğuzhan, “Bağışıklık sisteminin zayıflaması, kirpik dibindeki yağ hücrelerinin aşırı yağ salgılaması, sigara dumanı, bir takım ilaçlar, kimyasal maddeler, viral etkenler, antidepresan ve kortizon gibi bir takım alerjik maddeler , bu zararsız bakterilerin çoğalmasına ve kirpik dibi iltihabının gelişmesine neden olabiliyor” dedi.
Hastalar tedavi edilmezse kirpiklerini kaybedebiliyor!..
Kirpik dibi iltihabının daha çok ergenlik döneminde başladığına ve uzun yıllar devam edebileceğine değinen Op. Dr. Hasan Oğuzhan, “Bu durum hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Blefarit kronik bir problemdir. Tedavi edilmediğinde kirpiklerin içe dönmesine, kirpiklerde beyazlama, konjonktivit, korneada kuru noktalar, arpacık ve şalazyon denen sert yağ kistleri oluşabilir” dedi.
Kirpik dibi iltihabının göz kapaklarında kızarıklık ve şişlik, kirpik diplerinde kabuklanmaya neden olduğunu belirten Oğuzhan, “ Bu kabuklar kalınlaştıkça oluşan çapaklar sabahları göz kapaklarının birbirine yapışmasına neden olur. Tedavi edilmediği takdirde bu durum daha da kötüye gider ve gözün diğer bölümlerine de yayılarak daha ciddi sorunlara neden olur. Tedaviye başlanmazsa yayılan enfeksiyon kaynaklı kirpiklerin dökülebilir” dedi.
Kirpik dibi hastalığından korunmanın formülü: Düzenli muayene ve hijyen!...
Düzenli göz muayenesi ve hijyenin bu hastalıktan korunmanın temel formülü olduğunu belirten Avrupagöz Merkezi göz hastalıkları uzmanlarından Op. Dr. Hasan Oğuzhan, “Dikkatli ve özenli davranılmadığı takdirde hafif vakaları bile tedavi etmek son derece güçleşebilir ve tedaviden sonra şikâyetler tekrar baş gösterebilir. Bu nedenle hastaların kişisel hijyen ve kirpik diplerinin temizliğine özen göstermeleri çok önemlidir. Aynı zamanda gözlerimizle sık sık temas halinde olan ellerimizin de temizliğine dikkat etmeliyiz. Her gece yatmadan önce bir pamuk yardımıyla kirpik diplerimizi bebek şampuanı ile temizlemeliyiz. Böylece gün boyu gözlerimize yapışan toz ve kirpiklerimizde kalan makyaj kalıntılarından kurtulmuş oluruz" dedi.
Kalple ilgili yanlış bildiğiniz 10 şey!
Yaşam koşullarının ağırlaşması, hava kirliliği, düzensiz beslenme, stres, sigara tüketimi, şeker hastalığı ve hareketsiz yaşam gibi faktörler kalp damar hastalıklarının günden güne artmasına neden oluyor.
Sağlık
Halk arasında hızla yayılan hatalı ve eksik bilgiler de, yanlış yönlendirmeye sebep olarak hastalıklara davetiye çıkarıyor.
12-19 Nisan Kalp Haftası’nda Memorial Ataşehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Azmi Özler, kalp sağlığı konusunda yanlış bilinenler hakkında bilgi verdi.
Sağlıkla atan bir kalp için öncelikle kalp sağlığı konusunda bilinçlenin:
“Ailemde kalp hastalığı yok bende de olmaz”
Yanlış! Kalp hastalıklarında genetik geçiş önemli bir nedendir; ama sadece genetik geçiş kalp hastalığına neden olmamaktadır. Aile öyküsü olumsuz olmasına rağmen egzersiz yapan, iyi beslenen, sigara içmeyen kişilerde kalp hastalığı görülmezken; genetik geçişi iyi olan kişilerin düzensiz ve sağlıksız yaşam biçimlerini benimsemesiyle kalp damar hastalığına yakalanma riskleri daha fazla olmaktadır.
“Kolesterol ve tansiyon ilacı kullanıyorum, istediğim gibi beslenebilirim”
Yanlış! Kalp sağlığı için kolesterol ve tansiyon ilaçlarının düzenli kullanımının yanında beslenme ve egzersize de dikkat edilmelidir. İlaç kullanımının yanında yaşam tarzının doğru bir şekilde düzenlenmesi riskin azalmasına sebep olur. Kolesterol dengesini sağlamak için en önemli kural sağlıklı ve düzenli bir diyet programına uymaktır.
“Kalp hastaları grip aşısı olmamalı”
Yanlış! Özellikle kalp hastası olanların grip aşısı olmaları çok önemlidir. Bunun yanı sıra özellikle kalp kapak ameliyatı olanlar grip aşısına ek olarak zatürre aşısı olarak da bilinen pnömokok aşılarını da yaptırmalıdır.
“Kalp damar hastalıkları erkeklerde görülür”
Yanlış! Kalp ve damar hastalıkları çoğunlukla erkeklerde görülse de, sadece tek bir cinsin risk altında olduğu bir hastalık değildir. Kalp damar hastalıkları, kadınlarda da ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Kadınları özellikle koroner kalp hastalıklarından koruyan faktör, kadınlık hormonu olan östrojendir. Ancak sigara içen kadınlarda bu hormon, koruyucu görevini yapamaz ve erkeklerle aynı risk grubunda yer alırlar.
“Tereyağı, ekmek, yumurta yasak”
Yanlış! Her şeyin fazlası zarar olabileceği gibi tereyağı, ekmek, yumurta gibi gıdaların sık ve aşırı tüketilmeleri kalp sağlığını için zararlı olabilir ancak doğru ölçülerde tüketildiğinde tam aksine yararlı besinlerdir. Bunun için beslenme planında yeterli oranda yer verilmelidir. Örneğin; kahvaltıda kızarmış ekmeğe yer verilebilir ve haftada bir gün doğal, katkısız bir tereyağı bıçak sırtı sürülerek tüketilebilir. Haftada 3 gün yumurta tüketebilirsiniz. Eğer omlet seviyorsanız beyazlarını kullanarak yapacağınız bir omleti yiyebilir böylelikle damar sağlığınızı da koruyabilirsiniz. Ekmek tüketiminde dikkat edilmesi gereken nokta ise; beyaz ekmekten kaçınmak, tam doygun denilen buğday ekmeklerini tercih etmektir.
“Düzenli beslenip, egzersiz yaparsam kalp hastası olmam”
Doğru/Yanlış! Egzersiz yapmak ve düzenli beslenmek kalp sağlığı açısından önemlidir ancak tek başına riski önlemez. Sigara ve alkol tüketimi, diyabet, tansiyon sorunları, kolesterol artışı, stres kalp hastalığı riski için önemli faktörlerdir.
“Kalp sağlığı için sadece tansiyonumu kontrol altına almam yeterli”
Yanlış! Tansiyonu kontrol altına almak kalp sağlığını korumak için gerekli koşullardan sadece bir tanesidir. Sağlıklı bir kalbe sahip olmak için hem tansiyon hem de kolesterol kontrol altına alınmalıdır. Ayrıca varsa şeker hastalığının kontrol altında tutulması, stresle baş etme yöntemlerinin uygulanması, düzenli egzersiz yapılması, halk arasında kötü kolesterol olarak bilinen LDL'nin düşürülüp iyi kolesterol; yani HDL'nin yükseltilmesi kalp sağlığı için önemlidir
“Kalp damar hastalıkları ileri yaşlarda görülür”
Yanlış! Genelde ileri yaş hastalığı olarak düşünülen kalp rahatsızlıkları artık gençleri ve orta yaş grubundaki kişileri de tehdit edebilmektedir. Tüm dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan kalp hastalıkları, yaşamsal öneme sahiptir. Her yaşta sağlıkla atan bir kalp için, doğuştan itibaren yaşamın her evresinde kalp hastalıklarına karşı koruyucu önlemler almak gerekir. Erken yaşlardan itibaren okul ve aile ortamında “doğru beslenme ve egzersiz” derslerinin verilmesi ileride kalp damar hastalıklarından korunmada etkili olacaktır.
“Kalp hastaları egzersiz yapmamalı”
Yanlış! Sanılanın aksine kalp hastaları damarlarının açık olup olmamasına ve kalp yetersizliklerinin derecesine göre egzersiz yapabilirler. En yararlı kardiyovasküler egzersiz şekli ise hızlı yürüyüş veya yavaş koşu gibi egzersizlerdir. Açık havada ve egzoz dumanından kaçınarak 30-45 dakika yapılan tempolu yürüyüşler kalp sağlığını korumada etkili olacaktır. Spor yapmak için dışarı çıkmak istemeyen kişiler evinin koridorunu bile kullanabilir. Ancak egzersize başlamadan önce mutlaka efor veya egzersiz testi yapılmalı ve hekimin önerilerine uyulmalıdır.
“Kalp ameliyatı sonrası hayatımda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
Yanlış! Bypass ameliyatı sonrası hastalar genellikle bazı olumsuz düşüncelere kapılabilirler. Yaşadıkları ameliyatın psikolojisi ile yarım insan olarak artık iş göremeyecek durumda olduklarını zannederler. Böyle bir durum söz konusu değildir. Tam tersi daha önceden risk altında yaşıyorken bypass sonrası daha sağlıklı, konforlu bir yaşama merhaba demektedirler.
Bulaşıcı hastalıklar anne karnında tespit edilebilecek
Trabzon Özel İmperial Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Cemil Bayarslan, “Vidas 3” adlı cihaz sayesinde hamilelerde çocuk için bulaşıcı olabilecek ya da sakatlığa sebep olabilecek hastalıkların tespitinin yapıldığını belirterek cihazın yüzde yüz sonuç verdiğini söyledi.
Cihaz sayesinde gebelerde bir hastalık olup olmadığı ve bu hastalığın çocuğa zarar vermediğinin tespitinin yapıldığını kaydeden Dr. Bayarslan, “Bu cihaz, daha çok gebelikte önemli hastalıkları saptamak yani gebelik sırasında çocuk için riskli olan hastalıkların tespitini yapıyor. Annede hastalık var mı yok mu, onu saptamak için kullanılan cihaz. Eğer hastalık söz konusu ise hastalığın çocuğa yansıması sakat ya da ölü doğmaya kadar kalmaya tüm verileri belirleyen bir cihaz. Yani çocuk anne karnındayken çocuğa bulaşabilecek hastalıkları tespit ediyor” dedi.
Cihazın Karadeniz Bölgesi’nde sadece Trabzon’da İmperial Hastanesinde bulunduğuna dikkat çeken Dr.Bayarslan, “Bu cihaz, yüzde yüz hassasiyetle çalışan bir cihaz. İşlemleri cihaz kendi otomatik yapıyor. i Karadeniz Bölgesinde bir tek Trabzon’da hastanemizde bulunan bir cihaz. Normalde anne adayları da bu cihazdan kendilerini test etmesi gerekir. Mesela bu cihaz sayesinde çocuğunun sakat kalıp kalmayacağını bile öğrenmiş olur” diye konuştu.
Anksiyetenin altından ''Çölyak'' çıkabilir.
Uzmanlar, son yıllarda sıkça karşılaşılan ancak zor teşhis edilen çölyak hastalığının bilinçaltındaki nedenlerle tetiklendiğini ifade ediyor
HelpA Akademi Kurucusu Gülşah Sam Orhan:
“Özellikle çok sevdiği bir şeyden ayrı kalan hastalarımızda bu rahatsızlığı gözlemliyoruz. Bilinçaltı seanslarımızda bağımlılık konusunu öne çıkararak hastalığı olağan seyrine döndürebiliyoruz”
Uzmanlar, ekmek gibi unlu gıdalarda bulunan "gluten" maddesine karşı gelişen ve alerjik bir reaksiyon sonucu oluşan hastalık olarak nitelenen Çölyak rahatsızlığının, kişinin bilinçaltında yatan çeşitli nedenlerle tetiklenebildiğine dikkati çekiyor.
Yapılan araştırmalar her 100 kişiden 1’inin Çölyak hastası olduğunu gösterirken, Türkiye’de çölyak hastalarının yüzde 96’sının bu hastalığa yakalandıklarını bilmediklerini gösteriyor.
Türkiye’de 700 binden fazla Çölyak hastasının bulunduğunu belirten HelpA Akademi Kurucusu Gülşah Sam Orhan, çölyak teşhisi konulan hasta sayısının 20 bin civarında olduğunu söyledi.
Çölyak hastalığına yakalanan bireylerin glutenle temastan sonra kronik ishal, yorgunluk, sinir sistemi rahatsızlıkları, anksiyete ve kilo kaybı gibi bir takım rahatsızlıklar yaşadığını vurgulayan Orhan, “Çölyak ince bağırsağı vuran, geç teşhis edilirse kişiyi kolon kanserine kadar götürebilecek bir hastalık” dedi.
Orhan, erken teşhis için başvuran hastalara bilinçaltı seanslar düzenleyerek hastalığın seyrini değiştirmenin mümkün olduğunu belirtti. Çölyak hastalığında bilinçaltı tedavisinin büyük önem taşıdığına işaret eden Gülşah Sam Orhan, “Genellikle anksiyetenin altından birçok zaman Çölyak çıkabiliyor. Danışanlarımızda hastalığı tetikleyen nedenleri bilinç altı terapi yöntemi ile tespit ediyoruz. Böylece hastalığı tetikleyen nedenleri ortadan kaldırıyoruz. Bu durum hastalığın tedavisini kolaylaştırıyor” dedi.
-“Kreş ya da yuvaya verilme duygusu da Çölyak’ın sebepleri arasında”
Çölyak’a 8-12 aylık bebekler ile orta yaş grubunda daha çok rastlandığını bildiren Orhan, bağımlılıklarından ya da çok sevdiği şeylerden ayrı kalanlarda bu hastalığın daha sık gözlendiğini ifade etti.
Hastalığın kalıtımsal olmasına karşın, bebeklik dönemlerinde ortaya çıkmayabildiğini vurgulayan Orhan, şunları söyledi:
“Çölyak, ileri yaşlarda tetikleyici sebeplerle ortaya çıkabilen bir hastalık. Çok sevdiği arabasını satmak ya da evinden çıkmak zorunda kalanlarda Çölyak hastalığına yakalanma riski artıyor. Çocuklarda ise kreş veya yuvaya verilmek, anne baba tayini gibi nedenlerle öğretmeninden ayrılmak tetikleyici sebepler arasında. Çok sevdiği oyuncağı ya da örneğin battaniyesi atılan bebeklerde de Çölyak’a rastlayabiliyoruz. Ayrıca, sigara ve alkolü bırakanlar, hamileliğin 7’nci ayı sonrası bebeğini kaybeden kadınlar bu hastalığa en sık rastlanan kişiler.”